Salı, Kasım 27, 2007

zeytinyağlı pırasa

Akşama ne pişirsem diye düşünürken, direkt hattım çalıyor. Direkten dönüyor birden zeytinyağlı pırasa hayallerim. Telefonum bu aralar rahatsız, konuşurken bir yandan sizi dürten insanlar gibi, ben tam bir şey düşünmeye meyledeyim zırlıyor. Devamlı ilgi istiyor, devamlı konuşulmak. Bir sonraki çalışında, ahizeyi telefondan bir karış kadar kaldırıp, sonra inanılmaz ve beklenmedik bir hızla yerine çarpmaktan korkuyorum. Yapmıyorum ama sesimdeki sıkıntıyı kontrol etmeye çalışarak aloluyorum karşı tarafı, el mecbur. El mecbur zırlayan telefonlara, el açacağız aybaşında…

Günler ofisin yörüngesinde, artan zamanlar da bolca Beyoğlu Taksim, yüz kesen soğuklar, el ısıtan kestaneler menzilinde dönüp duruyor. Komedi filmleri festivali dâhilinde bir tane Fransız komedisine göz karartıp gidiveriyoruz. Fransız komedilerinden umutsuz, Paris sokaklarına bakarız, hülyalara dalarız düşüncesiyle. Paris’te Çulsuz isimli filme bir küçük mimik yapsa biri gülecek modda, kodda ve ihtiyaçta gidiyorum, sağ olsun beni güldürmeden göndermiyor Abrakadabra salonundan. Ama nedense gülerken hep sağa sola bakınıyorum, başkaları da gülüyor mu diye… Yavaş yavaş gülüyorum önce, sonra bakıyorum diğerleri de koy vermiş yüksek sesli kahkahaları, sesi çirkinmiş de koroda kaynayıp gitmek istermiş gibi rahatlatıyorum kahkahamı. Neden böyle oluyor bilmiyorum bak, şimdi yazarken aklıma geliyor bunlar…

Bir düzene koymaya çalıştığım karışık bir oda gibi gündelik hayatım. Rutin yapmam gerekenlere hiç gelemiyorum, bir kitabı dahi bitiremiyorum. Hepsini yapmak istediğim onca şeyden oluşan bir yumak var elimde ve sanki ne tarafından çeksem elimde kalıyor o iplik. İplik iplik dolanıveriyorum kişisel takvimime. Zaman bir türlü yetmiyor, yetişmiyor, eksik kalan bir kalem hep var, feda edilecek bir ya da iki kalem. Masaya yapışan kâğıtların bazıları orada günlerce kalıyor. Bir yandan ajandalar dolduruyorum kendimi azarlar gibi. Dıt haaaaa! Çeker gibi alt alta sıralıyorum kendime buyruklarımı. Sabahları yoga yap, artık şu eline yapışan kitabı bitir, mutfaktaki o rafı artık düzenle, kediye mama al, her gün yazı yaz, sekiz bardak su iç, c vitamini al! Artık iyice kızmışsam kendime koyu renkle ve büyük harfle yazıyorum, artık şunu yap lütfen diye. Ve bir yanım şımarık çocuk gibi kaçıveriyor bu mesuliyetlerden, girilmesini istenmeyen odanın kapısını aralık görünce sıyrılıveren Colin haylazı gibi. Sıyrılıveriyorum ajandamın buyruklarından, zamanı arkama alıp koşuyorum! O an kaçmak istiyorsam kimse tutamıyor beni, telefon uzun süre kendi kendine çalıyor, çalıyor ve susuyor. Ajandayı göremeyeceğim bir yere saklıyorum ve hatta daha da ileri gidip bilerek kaybediyor ve inanılması güç olsa da bir daha bulamıyorum!

Bu aralar evimin içinde bir ağaç olmasını isterdim. Gerçek bir çam ağacını kesip salona koymaya gönlüm el vermeyeceğinden sadece hayal ediyorum şu anda. Bizim salonun ortasında kocaman bir ağaç, ta tavana kadar yükseliyor. Kedimiz canı ne zaman isterse tırmanıyor ona, mis gibi çam kokuyor kendiliğinden ve güzel sarı, parlak yıldızlara sarıyorum onu. Bütün bu buyrukların hepsini kâğıtlara yazıyorum ve gerçekleşmesinden hiç umudum olmasa da dallarına bağlıyorum. Her gün yazı yaz Margot, her gün bir yazı… Zamandan kaçmana o zaman hiç gerek kalmayacak.

Eve gidip biraz düşünmeliyim şimdi.

5 yorum:

misir dedi ki...

zaman kontrolunu ben de hiç beceremiyorum bu aralar, aslında adece bu aralar degil, benim de kopegimin maması yok bak aklıma geldi, off :(

gezicini dedi ki...

ben de hiçbir şeye yetişemiyorum, napıcam onu hiç bilmiyorum..
sevgiler
gorki

Margot dedi ki...

Merhaba Mısır,
Yemek arasından arttırdığım zamanlarda alışveriş, yürüyüş, fotoğraf çekmek gibi hobilerde bulunuyorum mesela! Serviste giderken kitap okuyorum.. Ne yapsak yine yetmeyecek bu zaman diye de korkuyorum !

Sevgili Gezicini,
Sanırım bir ben değilim bundan muzdarip! Listelerle, yapışkan kağıtlarla ve işte bunun gibi bir sürü hatırlatanımla yaşayıp gidiyorum!
Sevgiler benden,

Adsız dedi ki...

Zamanlara, mekanlara sıgmayacak - sıgamayacak kadar bol ve elle tutulur güzellikte düsünceler ürettikce bu beyin kıvrımların, yetismeyecek tabii ki zamanlar sana. Neden? Cünkü yasamımızı kazanmak adına yada yasayabilmek adına günümüzü dolduran ritüeller öyle cok zamanımızı dolduruyor ki; mecburen aralarda-derelerde fırsatlar olusturabiliyoruz düsünmelere. Olusturamazsak da; iste böyle kısa kacıslar ya "unutuvermek"ler olarak geri dönüyor bize.
Derdimi senin kadar güzel anlatamadıgım icin üzgünüm, ama sen anlamıssındır söylemek istediklerimi eminim.
Son cümle olarak kendi yasantımdan bir espri-gercek ile bitireyim gevezeligimi. Gündelik yasamla ilgili irili ufaklı unutkanlıklarımın artmaya basladıgı bir dönemde, iyi gelir umuduyla bir ilac aldım, ancak ilacı hic olmazsa 2 gün üstüste bile "icebilmeyi hatırlamayı" basaramadım maalesef. Sen yine de yazmayı lütfen unutma...

Margot dedi ki...

Sevgili Dgül,

Derdini çok da iyi anlatıyorsun hiç de üzülme :) Ayrıca yazdığın yorum şu saatte pelte olmuş beyin kıvrımlarıma doping gibi geldi! Öyle mutlu oldum.
Zamansızları oynuyoruz hepimiz, bak mesela zeytinyağlı pırasa da bugüne kaldı! :)
Yazmayı unutmam, aslında yazılar tekdüze olacak diye korkmasam her gün yazmayı deneyeceğim. Cesaret edemiyorum ama :(
Sevgiler sana!