Salı, Kasım 20, 2007

çaydanlık

Akşam çöküyor ofiste. Kafam bir çöp tenekesi gibi ağır, saçma sapan ve boşalttığımda bir daha asla hatırlamak istemeyeceğim, gereksiz bir sürü iş ve güçle dolu. Kafamdaki çöpleri boşaltacak bir kuytu köşe bulup, çıt çıkarmadan, sessizce ve hiçbir şey yapmadan bir süre sadece oturmak istiyorum. Bunu yapabileceğimi bildiğim için dışardan normal görünen ama her sıkıldığımda sabretmekte zorlandığım o iç sıkıntısıyla beraber burada normal normal oturuyorum. Normalleşen ofis hayatımın, kafamı bir balon gibi son raddesine kadar şişirmesini, öğlen yemeklerinde sevmediğim yemekleri yemeyi, insanların stres ve sıkıntılı yüklenmiş sesleriyle kulaklarıma doğru bağırmalarını, konuşmalarını ve kıpırdamalarını alışılagelmiş bir mecburiyetin doruklarında kabulleniyorum. Aşağıya bakamadığım, baktığımda başımın döneceği saatlerde, kulaklarımın dışarıyı duymasını engelleyecek bir müzik bulup, onunla ve burada yazdıklarımla, dışarıdan kaçıyorum. İçeri giriyorum, kulaklarımı-kapılarımı- kapıyorum.

İçeride bir müzik çalıyor, benim klavye tıkırtılarım bile duyulmuyor. Uzak bir ülke gibi burası, karlar kaplı, bugün havaların soğumasıyla buralara da hep kar yağmış. Pencerenin önü neredeyse yarı beline kadar karla kaplanmış, yeni gelen nefesimle, içe kaçan nefesimle pencereler buğulanıyor. Battaniyelerden battaniye beğeniyorum, naftalin kokuları içinde sarınıyorum, kafamı koyduğum koltuğun kolu kadife. Nefesim biraz derinleşiyor. Uzakta görünen ormana doğru ilerleyen bir hayvanın ayak izlerine takılıyor gözlerim pencereden bakarken. Ayak izlerinin küçük ve sık oluşuna bakıyorum, çaydanlık buharından çıkan sesle beraber, kimsenin olmadığı bir yerde, karlarlarla kaplı bir hiç yerdeyim.

Uzaklarda bir dağ evi daha seçiyorum belli belirsiz, epey küçük görünen. Sanki televizyonda izlediğimiz resim derslerinde o inanılmaz kıvırcık saçlı adamın, yumuşak gülümsemesini fırçasına akıtarak çizdiği gibi bir ev. Burada da küçük bir kulübe varmış diyorum gülümseyerek, tabii bizler burada kimlerin oturduğunu bilmiyoruz, belki de şu anda evde yoklar ve odun toplamaya gitmişler… Masal anlatır gibi resim yapmak, masal anlatarak resim yapmak. Kafamdan uzun zamandır geçen resim yapma hevesinin kaynağı bu hatıralar olabilir mi acaba? İçimden hep suluboyalar almak geçiyor…

Burada da uzaklardan gelip uzaklara giden bir yolcunun unuttuğu kırmızı bir çift eldiven varmış, tam da çizikler içinde kalmış şu eski bankın üzerinde. İstasyon bomboş ve ıssızmış, sesli tartının yanında duran bir çift kırmızı eldivenin sahibi acaba hangi durakta inmiş? İlerideki ağaçların arasında kaybolup giden bu rayların da üzerine kırmızı yapraklar düşmüş biraz, biraz da kenarlarına… İlerde ağaçların arasından görünen belli belirsiz bir mavilik var, çok ama çok hafif bir mavilik…

Kendimce resim yapma isteğimin bu masalları anlatmak için bir bahane aramamla bir ilgisi olabilir mi? Kadife koltuğun başımı dayadığım kolundan usulca çekiliyorum. Ellerimde kırmızı eldivenler, ponponlu bir atkıyla resim kursuna doğru gidiyorum. Ponponların her biri iri greyfurtlar kadar… Deniz kenarında bir okul burası ve buraya gelenlerin arasında en küçük yaştaki çocuk benim. İlk derste öğretmenimiz bize kara kalem çaydanlık çizdiriyor. Saatlerce ses çıkmayan o küçük odada, çaydanlığa bakıp, çiziyoruz, siliyoruz. Parmaklarımın arasından silgi kırıntıları irili ufaklı dökülüyor. Dersin sonunda çizilenler yan yana diziliyor. Benimkisi içlerindeki en yumuşak başlı çaydanlık sanki… Çaydanlığımın beğenilmesi kadar hoşuma giden bir şey yok, kendime birden güvenim geliyor. Gülümseyerek şakalar yapıyorum. Çıkışta annem gelmiş, elimde koca kağıtlar ona doğru koşarken, ponponlar bir o yana bir bu yana sallanıyor.

Çaydanlıktan çıkan buharla, nefesim birbirine karışıyor. İlerde duran ahşap büfeden, güzel bir fincan arıyorum. Elim en beyazına gidiyor. En pastane fincanına, beyaz bir kuğu gibi durana… Resim kursunun havuzunda yüzen ve dalıp gittiğim.

Dışarıda akşamın çöktüğünü, zifiri karanlıkların kokusunu alır gibi biliyorum. Oysa burada kırmızı, turuncu renkler arasında daha yeni batıyor güneş. İçeride hep ılık, hep sıcak renkli bir akşamüstü vakti var. Benim en sevdiğim vakit. Evime gitmek ve arka odadaki masayı bir an önce resim de çizilecek hale getirmek istiyorum. Hem içeriden, hem dışardan gizlenmeden, sere serpe oturmak ve yepyeni bir çaydanlık çizmek istiyorum…

1 yorum:

gezicini dedi ki...

ben de bir fincan yaseminli çay eşliğinde kitap okumak istiyorum. ben resim çizemem ki komşucum, ancak kitap okumak gelir elimden.
güzel resimler çiz olur mu?
sevgiler
gorki