Cumartesi, Şubat 24, 2007

40007.çekmece

Buz gibi bir sabah bu sabah, bilinmezliklerle dolu. Ama içimde sıcakta koltuğuna gömüşmüş, vantilatörünü son hız çalıştıran ve ondan kaçan sinekleri elindeki plastik sineklikle avlamaya çalışan bir fanilalı hımbıl var. Bembeyaz suni ışıklar altında, buz gibi bir cumartesi sabahında ciddi bir ifade ile ekrana bakan bu kızın içinde şu anda bulaşık suyundan meymenetlice kahvesini bir elinde unutmuş ve onu buz gibi yapmış, ayaklarında parçalanmış terlikleri, koltuğunda kaykılmış, sinekleri kaçırmamak için, alabileceği en yavaş ritimle nefes alan bir hımbıl.

Ne sokaktan gelen uğultular rahatsız edebilir onu, ne televizyonda car car birbirlerine bağırmaktan usanmayan mahalle karıları. Perdeler kendi halinde vantilatörden gelen sıcak havayla kıpırdarken o zorunlu olduğundan gözlerini kırpıştırır. Sadece sineklere dikkat kesilmiş saatler geçirir koltuğunda. Bütün bedeni çilekli bir pelte gibi koltuğuna yayılmışken, sadece koltuktan sarkar gibi görünen sağ kolu tetikte ve kaskatıdır. Ani ve keskin bir darbeyle yakına belki de bir saniyeliğine konacak sineği, sinekliğinin havayı keskin bir darbeyle ikiye bölüp şak! Nidasıyla olduğu yere yapıştırması için.

Kimi zamanlar onun bu olup biten karşısında bu kadar lakayt olmasına şaşarım. Ben dışarıda deli dana gibi hayat peşinde koşarken bu hımbıl nasıl olurda ölmez sağ kalır anlamam. Bazen kafası arkaya düşer ve ağzı açık uyuyakalır. Kimseyle alıp veremediği yoktur, zira kimsesi yoktur. Yemez içmez, sadece uyur ve uyanır. Uyandığında tek hayat belirtisi olarak koluna can gelir o kadar. Onun odasında mevsim daima yazdır. Ve hava daima çok sıcaktır ve hatta nemlidir. Bu onun ruh hali için gerekli olan rehavet iklimini sağlar. Uykulu uyuşukluğunu okşar, pışpışlar.

Kafamdaki kırk bin yedi yüz çekmeceden kırk bin yedinci çekmecede oturan bu hımbıl kimseyle konuşmaz, arkadaş olmaz, benim dışımda gelen gideni olmaz, televizyonda ne olup bittiğini bile duymayacak şekilde ya uyur ya uyuklar. Dolayısıyla zamansız bir konserve gibidir, pelte kıvamı hiç bozulmaz. Bu çekmecedeki sesler sokaktan gelen ve günün saatine göre değişen uğultular – ki sıcaktan pencere daima açıktır ve perde rüzgârın yönüne göre kimi zaman içeri kimi zaman dışarı salar kendini-, eskimiş ama bir türlü bozulmamış buzdolabının vantilatörün sesine karışan vınlaması, televizyon sesi ve arada çıkan sineklik şaklamasından ibarettir.

Havalar böyle soğuduğunda, soğuk düşmanı olan ben kapıyı bacayı kapatıp, kafamdaki kırk bin yedinci çekmeceyi açarım. Açar açmaz oradan kafama garip bir rehavet yayılır. Daima dağınık, daima sıcak olan ve hımbıllık dışında bir şeyin değişmediği bu çekmecede gider bir yerlere ilişir kalırım. Bazen sadece seksenlerden kalmış diziler ve ev kadınlarının didiştiği sabah programları dışında bir şey oynatmayan televizyonuna dalarım, bazen fanilasındaki delikleri sayar, buzdolabının üzerine sucunun mıknatısı dışında bir şey yapıştırmamış olmasına şaşarım. Beraber uyuklar, beraber uyanırız…

Çıkarken o uyanmasın diye çekmeceyi usulca kaparım.

2 yorum:

Tijen dedi ki...

rüyalarda tavan arası gören biri için (epeydir görmedim ya) çekmeceler de gizemli şeyler...

Margot dedi ki...

Makarna kardeşim,
Tavan arası, çekmece, çanta dibi, merdiven altı süprizli yerler arasında haklısın. Bir kapıyı açıyorsun hımbılın teki uyuyakalmış, bir çekmeceyi çekiyorsun halay çekiyorlar :)
Sevgiler!