Perşembe, Ekim 20, 2005

AKŞAMA DOĞRU


Yasemin çayını bir kenara koydu ve tıkalı olmayan burun deliğinden derin bir nefes aldı. Bugün de akşam oldu diye geçirdi içinden. Aklına Seynan Levent’in yumuşak sesi ve masasındaki kırmızı karanfili geldi. Akşama Doğru programı eğer on beş sene kadar sürdüyse, bazı gün batımlarında bu lafı söylemek abesle iştigal sayılmaz öyle değil mi? Bazı sesler, bazı görüntüler beyninizin bir yerine oyalanır ve artık kolay kolay unutulmazlar. Onlar beynin kıvrımlarının bir parçasıdır artık. Hafızanın bu el oyalarından mütevellit çeşitli hatıralardan oluştuğunu düşünürsek ,hayatımız büyük bir hafızadan ibaret kalır.

Uzun süren yağmurların başladığı mevsimlerde hafızan eski oyaları bulup sandıklarından çıkarır. Evde oyalanmayı sevenler biriktirdiklerini bazen çıkarıp havalandırır. Hafızada bazen kışlıklar çıkarılır,yazlıklar kaldırılır. Bazılarının rengi atmış olur,bazılarıysa konuya komşuya dağılıp gitmiştir. Ama bazıları sanki dün alınmış gibi capcanlı durur. Kıpkırmızı bir karanfil oyası sanki yepyeni çıkar sandıktan. Durup dururken güneşin son ışıklarının düştüğü yerden bir huzur sızdığında, işte tam o anda, televizyonu açsan Seynan Hanım, eski bir dostun tesellisi gibi yumuşakça fısıldayacaktır sanki kulağına: Bugün de akşam oldu.. Ne kadar sıkıldıysan da, ne kadar deli kan sıçradıysa da beynine, bak bugün de akşam oldu. Bazı kurallar hiç değişmeyecek , belki de budur senin ruh battaniyen bu hayatta.

Telefonu açtığında karşıdan gelen gürültüler ahizede birbirine karışarak kulağına akıyordu. Şiddetli bir yağmur sesine, motor sesi karışıyor uzaklardan bir gelen bir merhaba gürültünün içinde kaybolmamak için uğraşıyordu. Merhaba dedi ve aynı anda tıkalı burun deliğinin açıldığını fark etti. Rahat ve geniş bir nefes aldı nihayet. Yağmuru duyuyor musun diye sordu karşıdan gelen ses. Duymamak mümkün müydü? Sanki gök delinmiş dedi ses, saatte 40 kilometre hızla gidiyorum ve hala yolumu görmekte zorlanıyorum. Hem konuşup hem araba kullanma lütfen dedi, yasemin çayından bir yudum alarak, içim rahat etmiyor sen böyle yapınca. Merak etmeee dedi karşıdan gelen ses, sondaki e sesini epeyce uzatarak. E sesi kulağına uzanan yolda rahatlatıcı bir hal aldı ve peki dedi o da. Sesinin tonunu alçalttı, omuzlarını gevşetti ve grip aşısını olduktan sonra nasıl oldu da nezleye yakalandı onu anlatmaya başladı. Sesinin nezleli çıkması da hoşuna gitti üstelik. Bir iyimserlik bir akşam üzerine ancak bu kadar yakışabilirdi... Yağmurun sesi daha da kuvvetlendi, fondan radyodaki adam lafa karıştı. Usul usul konuşmaya başladılar tüm seslere ayak uydurarak, ne hakkında konuştuklarını hiç umursamadan.

Usul usul, uzun uzun konuştular. Kelimeler sadece seslere dönüştü, manaları kayboldu kelimelerin. Yağmurun sesi gibi, fondaki cızırtılı radyo gibi, konuştular. Böyle konuşmayı insan hiç unutmazdı. Bazı şeyler hiç değişmezdi hayatta, tıpkı manasını düşünmeden belli bir tonda konuşmak gibi. Tıpkı melodisini tutturduğunda manasının uçup gitmesi gibi. O zaman ne dersen de, istediğin manaya gelir. O zaman; 'Şehre varmama iki saat kaldı' dersin , kulağa 'Seni çok özledim'den daha güzel gelir. 'Ben de çay yapmıştım tam' dersin, 'Sebebi sensin'den daha aşık gelir. O konuşmalarda manalar uçar, yerine gerçek sesler gelir konar. İşte onlar da öyle konuştular.

Akşam artık çoktan çökmüştü bizim şehrin üzerine. Arada sırada hapşırarak dördüncü paragrafın da sonuna gelmişti nihayet. Pencereden dışarı baktı, kafasında bir şeyler kıyıya vurdukça rahatladı, onları toplayıp yeni paragraflar yaparım diye düşündü...

Tam o sırada tekrar telefon çaldı. Karşıdan bu sefer net bir şarkı duyuluyordu. Koltuğun kenarına ilişti. Şarkıyı dinleyerek beyaz ekrana baktı. Nezleli sesi çok sevdiği şarkıya eşlik etti. İki ayrı şehirden, iki ayrı ses aynı şarkıyı söylemeye başladı birden. Telefon sustu sadece dinledi. 'Sadece bilmeni istedim, ben artık sebebimi buldum'. Şarkı bittiğinde karşıdaki ses: Şehri gördüğümde seninle bu şarkıyı söyleyelim istedim, hem artık yağmur da durdu dedi. Kimse kimseyi görmese de iki ses de gülümsemelerden emindi.

Hafızasındaki kırmızı karanfil el oyasına baktı. Öyle kıpkırmızı duruyordu. Gürültüyle hapşırarak, çayını tazelemek için, için için aynı şarkı söyleyerek mutfağa doğru yürüdü.

9 yorum:

Adsız dedi ki...

Yine sonbahar, yine hüzün ve yine aşk...
Ellerine sağlık canım gerçekten çok olmuş...Okurken içimi eritti...
Çoook uzaklara gitti yüreğim...

Adsız dedi ki...

gerçekten çok hoş olmuş dicektim...
:)

Adsız dedi ki...

uf Margot, ne guzel yazmissin, kalemine, eline saglik..ask cekti canim. oldu mu simdi yahu..durup dururken nerden bulacagim ben aski?
sevgiler
Zeynep

Margot dedi ki...

Petrek, Petrek-Düzeltme ve Zeynep! :-)
Öyle estiler romantik rüzgarlar, oturdum yazdım ben de ;-)

Tijen dedi ki...

sahi nerededir seynan levent?
kadincagizin programini yayindan kaldirip dururlardi, sonra tekrar koyarlardi.. simdi nerelerdedir? karanfil var midir masasinda?
tijen

Oya Kayacan dedi ki...

Öykü sana yakışıyor...

Margot dedi ki...

Tijenciğim,
Seynan Levent'i programı kaldırıldığından beri televizyonda görmedim, ama masasında hala karanfili vardır diye hayal ediyorum.

Oyacım,
Öykü denemesi diyelim, yazıyorum, çiziyorum naçizane... Zayıf (!) bulanların da beğenenlerin de canı sağ olsun.

Unknown dedi ki...

Zaten Seynan Levent'i yad ederek, okuyucunun yuregini isitarak giris yaparsan, kotu devam etmesi mumkun mu yazinin? 2 yil sonraki ruh halin ne derece farklilasmistir bilemiyorum ama umarim bu huzunlu cumlelerin valsi hic bitmez sitende...Adimlarimi itinayla yavas atarak, hicbir kelimene basmamaya calisarak, dansina ortak olmaya calisiyorum. Beste icin beynine, gufte icin ruhuna tesekkurler...

Adsız dedi ki...

Evrende yanlız değilmişim!..

Seynan Levent'in programını izleyip huzur bulan bir ben sanıyordum sitenizi görene kadar, hangi iktidar insanların mutlu olmasını engelleme cesaretini kendinde bulabilirki..

301 kaldırılmalı diyen iktidar, gerçek sanatseverleri işinden ediyor.. anlayabilmek hakikaten zor, saygılarımla Geylani Baki