Çarşamba, Ekim 26, 2005

Kapıldım bahtımın rüzgarına...

Bir duygusuzluktur aldı başını gidiyor bünyede. Bulunduğum ortamda bir şey hissetmeye kalksam, hissettiğim şey hoşuma gitmeyeceğinden o topa hiç girmiyorum. Onun yerine kendim, şahsım ve ben bir duygusuzluk topu olarak sonbahar rüzgarlarında savruluyoruz.

Hafta sonu Çengelköy'e savrulmuştuk mesela, Süper Baba'nın kahvesine gittik ama baba biraz önce çıkmış. Biz de güneşin batışını seyrederiz napalım dedik. Oturduk konuştuk eski komşular. Dilek'in komşuluğu Çengelköy'e çıktığından beri görüşemiyorduk. Yeni gelecek Junior isimsizden, zamanın fazla hızlıca gittiğinden, bizim yavaş kaldığımızdan falan bahsettik. Tombul kediler geldi muhabbete takıldılar biraz, sonra sıkılıp sıvıştılar. Biz yine batmış güneşe baktık, benim gitme zamanım geliyordu ama çaktırmıyorduk.

Hafta içi oldu yine eski hay huy hayatımıza savrulduk. Bazı işler ters gitti yine, elimizde Floransa vizesiyle kalakaldık. Klavyemiz tutukluk yaptı. Güzel resimlere güzel laflar yazacaktık olmadı.

Bir arkadaşım bir süre hiç bir şey bekleme dedi. Güzel şeyler en beklenmedik zamanlarda gelir zira. Tavsiye tutar bir mayam yoktur pek, burnumun diki meşhurdur benim, ama bu sefer sanki haklı gibi geldi bana. Bir süre bir şey beklemeden yaşamaya çalışacağım. Zor bir egzersiz olacak, rahatlamak...

7 yorum:

Gün dedi ki...

Burnunun dikine giden biri olarak keşke birileri, beni de ikna edebilse ''güzel şeylerin en beklenmedik anda geldiğine''.

Adsız dedi ki...

yok yok inanin oyle oluyor.. bu mutluluk golge misali kovalarsan kacar, birakirsan pesinden gelir.. bende bu aralar feci mutsuzum bende beklemelerdeyim..

Margot dedi ki...

Beklentilerimi botoksladığım için yorum yapamıyorum kızlar. Mimiklerim dondu, öyle takılıyorum bu aralar...

Doruk dedi ki...

Margot, ben senin neşeli yazılarını çok özledim. Hüzün de güzel, yakıştı sonbahara son yazıların ama yeter. Artık silkinip kendine gelir misin?

Margot dedi ki...

Sevgili Defne,
Sarmaşıkların renginden büyülendim. Fark etmek bir yana aşık oldum da denebilir. Çengelköy bana epey uzak, ama köprü trafiğine bile değdi gerçekten.
Sevgili Burcu,
Haklısın, neşeli moduna geçmekte zorlanıyorum. Ancak bir meşe palamudu kadar neşeliyim bu aralar. Ama gün gelir bu da geçer, neşe nasıl geçtiyse, bu hüzün hali de öyle geçer. İki sarkaç arasında kayan ruh halini sabitleyen herhangi bir icat yoktur zira.

MS dedi ki...

Çengelköy ile giriş yapılacaksa eğer; bir zamanlar Buket Uzuner'i okuduğum bir evvel zaman olur ki zamanlar, arşınlamıştım sokakları, "O" evi aramıştım, İsmet Babanın meyhanesi yerli yerindeydi.

Bazen gerçekten böyle oluyor insan, sanki içinden kök bir duygu uçmuşcasına, dilinin ucundan bir şey kanatlanıp uçmuşcasına sıfır noktasında (şu elektronların bile hareket etmediği mutlak -kelvin sıfır mıydı- sıfırda)donakalıyor, şaşaduruyor, duraisteyedura-öyleyor.

Şimdi neden tuttun bunu yorum yazdın dersen, ehh herkesi birşey bir yerlerinden yakalıyor, sende eski sayfalara bir bakmış olursun hem.

selam

vodkabeer dedi ki...

Iyı geceler google da arama yaptırırken hicaz konusunda rastgele acıldı blogunuz. profılınıze bakmadım ozur dılerım sadece yazdıklarınızı bır kısmını okuyabıldım . ama tek kelıme soylemek sıtıyorum .

SİZE ASIK OLDUM.

Lütfen kızmayın . Saece okuduklarıma karsı gostyerdıgım begenıydı. Eger sızı kırdıysam ozur dılerım. Dedım ya sadece google da bır aramada cıktı sayfanız o kadar . hayatta sızın gıbı ınsanların varoldugunu bılmek cok gzl.

SAGLICAKLA KALIN .