Perşembe, Eylül 04, 2008

Gecikmiş bir tatil yazısı...

Birden üzerime bir iyilik, bir sakinlik geldi. Elimdeki kağıdın aniden arkasını çevirip yazmaya başladım. Yazının böyle pat diye gelenini pek seviyorum. Öylece pijamalarla oturup, sıkılırken aniden gelen özlenmiş bir dost gibi.

Tatil dedim bir türlü yazamadım biliyorum. İşler, güçler, hayat mevzuları mevzilendiler tam gündemime, işgal altındaydım. Tatilden döner dönmez müdürümün istifa ettiğini öğrendim.
İşte ofis böyle bir yandan kabaran denizler gibi, masalar sallanırken beşik gibi… Bir yandan da ev bir dipsiz kuyu… Temizlemeye korkuyorum, kaybolabilirim! Neyse Ayşe Hanım dezenfektan uzmanı olarak geliyor bizi kurtarmaya. Bir bütün gün onun tabiri ile suyumuz çıkıyor. Bu arada kedini tüy dökmesini önleyici bir formül bilen var mı? Kendisini selobantla mumyalamak, tülbentlerle kundaklamak gibi fanteziler içindeyim. Durum çok vahim!

Temizlik harekâtından sonra ev pırıl pırıldı ama mecal karasularımızı terk etmişti. Derken akabinde ve detayında Yamyam’a nazar değmesin mi? İki gün evde yatmasın mı? Neyse ki bugün işe gitti ve artık daha iyi hissettiğini söylüyor. Belki de bunu her şeyin iyiye gittiğinin ilk işareti olarak kabul eden bünyem yazmam için sonunda bir kapı aralamıştır işte…

Evet, işte insanlık hali diyebileceğimiz bu ve bunun gibi çoğu astrologun ekmeği olan olaydan sonra nihayet bugün oldu. Şekersiz kahvemi içip, yanında pastaneye gitmişim illüzyonu yaratan kurabiyeyi yedikten sonra birden ve süperen keyfim yerine geldi. Gelelim tatil paketimizi açmaya ve içindekileri saçmaya…

AKDENİZ’DE NE ŞENDİK
TEKMİLİ BİRDEN ADRASAN


Antalya, Serik, Anneanneye ve anneye kavuşma, kutlama, tebrik kısmından sonra virajlı yolları ala ala, kıvrıla kıvrıla Adrasan’a intikal ettik. Minik bir köy meydanından geçtikten sonra kıyıya, denize doğru ilerlediğinizde sizi uzun ( sadece hafta sonları çevreden gelen kalabalığın istilasına uğrasa da) sakin bir sahil karşılıyor. Adrasan koyu çok mütevazı, fazla gürültü, patırtı, aksiyon olmayan bir yer. Ve denizi bir harika! Özellikle sabah erken saatlerde ve akşama doğru deniz sanki ufuk çizgisine doğru alabildiğine uzanan geniş, kocaman bir havuz kadar sakin ve durgun… Öyle kıpırtısız bir huzur gölü…

Arkamızı yasladığımız yastık tepelerden biri baştan aşağı çam giyinmiş, sol koldaki deve hörgücü kılıklı olan koya ayrı bir güzellik katıyor. Yerleşim bu dik tepelere hiç uğramamış, onların eteklerinden başlayıveren bir sahili var Adrasan’ın. Tepe diplerinde sazlıklar arasında kaybolmuş pansiyonları, bungalovları. Bizim otelimizden çıkınca bir adam boyu uzunluğundaki sazlıkların arasında açılmış kumluk bir yolumuz var, sahile vardığınızda hayali kapısında kâğıttan fenerleri olan.


Denizin kurt gibi acıktırması üzerine çıktığımız çevremizi tanıyalım gezilerinde keşfettiğimiz ve sevdiğimiz yerlerden biri de ( ki bu hepi topu beş karış kadar olan yerde pek çok keşif yapmak da namümkün ) Pideci teyzenin yeri (ismi ne idi unuttum ama ısrar ederseniz bulurum, sanırım ondan başka pideci de yoktur).Pideleri servis eden teyzemiz İngilizce bilmeden konuşabilen yetenekte biri. Lokanta da bahçe içinde, ağaç altı ve yemek vakti pek rağbet gören bir yer… Giderseniz karidesli kaşarlı pidesinden yiyiniz.

Eğer sahilde pideci teyze tarafına değil de ters istikamete doğru ilerlerseniz önce gözlemecilerle başlayan sonra köşeyi döndükten sonra derelerin üzerine kurulmuş çardaklardan, iskelelerden oluşan hayli enteresan, serin ve sevimli dere köşklerle karşılaşıyorsunuz. Bazılarında ördeklerin yüzdüğü bu sevimli mekânlarda Türk kahvesi içip gece mehtabı seyretmek pek güzel oluyor. İşte zaten Adrasan dediğimiz yer de hepi topu bu kadarcık bir yaydan oluşuyor. Birkaç mütevazı lokanta, pansiyon, bungalov… Ne eksik ne fazla… Tam karar ve bence harika!

Merkez üsse geri dönersek, Sazlik China House yine bir çizik attığımız, geliriz, gideriz, pek sevdik burayı dediğimiz, kısaca bellediğimiz bir küçük otel oldu. Ev sahibi Filiz Hanım Çin Dili ve Edebiyatı okuduktan sonra Çin’e gitmiş orada master için. Sonra hayat bir tesadüfle orada bir iş çıkarınca karşısına orada kalmış ama yazları Adrasan’a dönebilmek koşuluyla! Hala kışın orada yazın burada. Likya yolunu bölük pörçük de olsa tamamlamaya çalıştığımız seyahatlerimizde tanıştığım ve iyi ki de tanımışım dediğim insanlardan biri oldu Filiz Hanım.


Öğrendiğim Çin yemeği reçeteleri hala kitabımın arasında, wok tavalar mutfakta kızışırken ayak altında dolaşıp, iki arada bir derede not ediverdiğim ipuçlarını en kısa zamanda değerlendireceğim! Geçenlerde isimlerini bellediğim sosları bulayım diye internette geziniverdim, her an bir sürpriz yapabilirim!

Filiz Hanım’ın eşi Mustafa Bey de sağ olsun, o olmasa balık avına çıkamaz, Mercan ve Hani nüfusunu hatırı sayılır derecede azaltamazdım. ( Kusura bakmayın bu konuda burada hava atacağım!) Balık turu için saat altıda kalkıp açıldık, saat üçe kadar denizdeydik. Teknede kahvaltı hazırlamak dahil, olta sarmaya kadar çeşitli gönüllü miçoluklarda bulundum. Kollarımı iyice bakırlaştıran güneşe ve kurşunu epey ağır takmayı şart koşan dipteki Mercanlara inat, o ağır oltayla balık tutmayı becerip, hatırı sayılır bir rakam yakaladım! Akşama hepsini pişirdik ve yedik. Hani denen balık aynı Barbunya’ya benzeyen, tipsiz bir balık. Ama çok lezzetli özellikle tavası harika… Tabii biz bunların yanında dehşet leziz deniz börülceleri, zeytinyağlılar, salatalar yedik. Şöyle diyeyim biz İstanbul’da ve hatta Datça’da deniz börülcesi yememişiz! O yeşili gitmiş şey bu değildi, bu bambaşka ve enfes. Hiç bu kadar tazesini yememiştim.



Ve tabii ki muhabbet… Odaya girdiğinizde evet anahtarı buraya takıyoruz, klima buradan ayarlanıyor, oda servisi için on dokuzu tuşluyorsunuz, haydi artık ben sizi steril ama ruhsuz ve karaktersiz seksen bin odanın aynısı odanızla ve minik plastik şampuanlarla donattığımız banyonuzla baş başa bırakayım anlayışı iyidir, hoştur ama bizim aradığımız o değil. O versiyonda zira muhatabınız nazik ama fazla da muhatap olmak istemeyen, zira sizin gibi beş bin kişiyle konuştuğundan yüz kaslarını ona göre esnetmiş ve dondurmuş olan bir kişidir. Size ezberlenmiş aynı cevapları verir ve ütülü üniforması içinde koridorda kaybolur.


Sizi balığa çıkaramaz, size zeytinyağlı pişirmez, mutfakta ayak altında dolaşmanıza izin vermez, beraber olimpiyatları seyredemezsiniz, salondaki buzdolabından kafanıza göre aldıklarınız ucu iple bağlı bir kalemle panodaki kağıdınıza yazamazsınız, gecenin bir vakti yan yana ayak uzatıp muhabbet edemezsiniz, şakalaşamazsınız, hediyeleşemezsiniz, kendinizi ayrılırken bu kadar iyi hissedemezsiniz…

Butik otel tatillerinin keyfi de riski de büyük olabilir diğer yandan. Zira biz oradayken begonvillerle bezeli, havuzlu, bahçeli bir otelden aynı günde üç ailenin birden fellik fellik kaçtığına şahit olduk. Maalesef bu ailelerden biri de yakın arkadaşlarımız, dostlarımızdı. Sazlik China’da yer bulamadıklarından burayı seçmişlerdi ama tahammül edemediklerinden ayrılmak zorunda kaldılar.

Şimdiye kadar seçtiğimiz tüm küçük otellerden memnun kaldık. Ben bu konuda genellikle altıncı hissime ama ilk elemede Küçük Oteller Rehberi’ne (ilk yayımlanan haline)güveniyorum. Siz de gitmeden mutlaka sorun soruşturun, internetten yorumları okuyun, güvendiğiniz birilerine danışın.

Adrasan’da harika bir beş gün böyle ışık hızıyla geçti işte…

Ben bu kadar uzun okuyamam diyenlere özet:

ADRASANDA YAPILACAKLAR, SEVİLECEKLER:


* Şurup gibi, kıpırtısız, tertemiz deniz…
Kekova’dan sonra şu anda 2 numaramız. Özellikle sabah 8-10 arası, ya da akşam 6-8 arası yüzmeli yüzmeli yüzmeli….

* Sazlik China House’da kalabilirsiniz. Kalmasanız da bir gece Çin yemeği yemek için terasını ziyaret edin. Ama akşam yemek için sabahtan mutlaka uğrayıp bir sorun. Olduğu olur olmadığı olur, ev hali. Çin yemeği seviyorsanız mutlaka mutlu olacaksınız.

* Balık tutun! İster Adrasan’daki balığa çıkaran turlarla, ister kendi imkânlarınızla balık için mutlaka erkenden açılın. Tekneden sizi Sulu ada’ya götürmesini isteyin. Kumsalının beyaz kumuna, cam parlaklığındaki sularına hayran olacak, kulaklarımı çınlatacaksınız!

* Pide sarayında pide yiyin! Büyük ihtimalle karidesli kaşarlı pide yememişsinizdir. Deneyin. Üzerine de bir tepsi karpuz kestirin. Sonra da gidin bir hamağa devrilin.

*Dere köşklerde, sazlık çatılı küçük çardaklarda keyif çatın. Kahve için, muhabbet edin. Ördeklere bakın, ayak uzatın, yan gelin yatın.

* Olimpos çok yakın. Bir gece el ayak oynayan yer ararsanız bir uzanın. Köfte ekmek, kokoreç için Elif’lerin tezgahına uğrayın. Ama önce güzel müzik çalan bir yerlere girin çıkın!

*Ağustos korkunç sıcak olabiliyor, Eylül’de gidin, hemen gidin!

8 yorum:

yaban dedi ki...

hmmf tatilin çok güzel, colinli fantazilerin daha da güzel. Sabah akşam tüylerini fırçalamanı önereceğim. Fırçalıyorsun, yine de dökecek tüy buluyor mu? E, pes, benden bu kadar.

Margot dedi ki...

Tatil hakikaten güzeldi Yaban. Colin efendiye gelince, hergün taranıyor muntazaman, ama yine tüy her yerde tüy! sanırım teslim olup oturmaktan başka çare yok :(

redrabbit dedi ki...

İşte bu çok kötü biliyorum ama ben böyle denizi,böyle denize girenleri,fotoğraflayanları üstüne bi de anlatanları kıskanıyorum..Hele eylülün beşi,sıcağın 32 derece olduğu İstanbul'un Taksim'inde,bir binanın 6. katında, jaluzilerden sızan güneş "sidikliye" der gibi yüzüme vururken,bense bilgisayar başında haber metni yazarken...olmaz böyle yaa..

Margot dedi ki...

Sevgili Redrabbit,
Haklısın ama şu anda ben de aynı senin gibi hissediyorum anılarda kalan tatil fotoğraflarına bakarken. Şartlarımız tamamen aynı, benim storların kalınlığı yağlı kağıttan hallice olduklarından o sıcaklık hissi aynen içeride şu anda. Bilgisayar başındayım ben de. Ama haber metninden ziyade, fatura, dosya falan gibi sevimsiz işlerle uğraşıyorum.
Olsun bugün cuma, yarın tatil. Ve ben daha Kaş'ı yazacağım! :)
Yazmayayım mı dersin? :)

Oya Kayacan dedi ki...

Aklına geldikçe ellerini ıslat, Kazım'ı kafadan kuyruğa doğru şöyle hafiften sıkarak birkaç kez sıvazla. Ellerinde hayli tüy kalmalı. Kimsecik'ime çok yapardım. Cancan pek tüy dökücülerden değil.
Bu arada Kazım'a "kedi" demen Cancan'ın pek hoşuna gitmedi. Sanki ona kızıyormuş gibiymişsin ;~}
Tatil günleri güzel günlerdir! Öptük sizi Margot, Annoya&Cancan

dgül dedi ki...

Margot'm memleket kacamagı yaptım ben de son iki haftada ve simdi okudum tatil yazını. Muhtesem anlatmıssın, fotograflar da muhtesem, aceba bayramda olur mu ki diye bakınmaya basladım hemen, bu yazı yine isle gücle, denizsiz gecirdim ben de hemen hemen. Colin seni yoruyor buna süphe yok ama su yan taraftaki yeni resminde cok seker göründü yine gözüme. Bizim evdeki veterineri buldugumda soracagım yine de, var mı bir formül diye. Sevgiler kucak dolusu benden...

Margot dedi ki...

Oyacığım,
Bu süper bir ipucu oldu! Bu aralar Colin Bey kendini eskisi kadar sık taratmıyor da, bir afralar tafralar. Cancan haklı Colin'e bazen kızıyorum, yaramaz bir çocuk gibi sürekli beni kızdırmak için uğraşıyormuş gibi geliyor. Ama bundan sonra kızmayacağım Cancan çünkü o gerçekten küçük ve ben bazen çok tahammülsüzüm biliyorum.
Ben de sizi öpüyorum,
Sevgilerimi yolluyorum :)

Sevgili Dgülüm,
Adrasan'ı seversin gibime geliyor. Öyle şatafatlı, kahveli barlı bir yer değil. Sakin, sessiz kendi halinde, kafa dinlemek için birebir. Bayramda nasıl olur bilmiyorum ama... Kalabalık olup da beni yalancı çıkarmasın da.
Colin beni ne kadar yorsa da, sevimliliği, oyunculuğu, şeytan tüyü ile hemen yaramazlıklarını unutturuyor. Önce birbirimize kızıyor küsüyoruz sonra ya o benim kucağıma geliyor ya ben ona gidip özür dilerim diyorum. Anlaşıp gidiyoruz :)
Sevgiler benden efenim :)

redrabbit dedi ki...

kaş'ı da yaz,ama haber ver ben gözlerimi kapayayım.