Cuma, Temmuz 18, 2008

Ofis: Kapağını kıramadığım kavanoz.

Ben kendimi daha çok seyirci gibi görüyorum son zamanlarda. Takipçi insanlara muazzam bir iş yapıyorlarmış gibi bakıyorum. Herhangi bir şeyi takip etmek benim için o kadar zorlaştı ki, sanki ekstra bir kuvvet kullanarak (kol kuvvetiyle değil ama belki mancınıkla) ancak yapabildiğim bir işi sonlandırınca büsbütün halsiz ve mecalsiz kalıyorum. Bir diziyi, bir mevzuyu, bir işi, bir sohbeti, bir anlatılanı, baştan sona mümkünü yok, takip edemiyorum, bir yerlerinde kopup gidiyor, sadece izlemekle yetiniyorum. Orada izleyerek var olmamın bazı sakıncaları yok mu? Var. Ama şaşırtıcı olan orada sadece izleyici olarak var olmamın kimseye garip hatta yanlış gelmemesi. Normal gelmesi. Bir kız var işte bizim ofiste, mahallede, yan binada, arka masada, ne yaptığını tam olarak bilmiyoruz.

Ve bu çok normal… Sanırım kimse beni takip etmiyor artık. Ara sıra bakıp yollarına gidiyorlar sadece. Takip etmeyerek, dahil olmayarak, cevap vermeyerek silikleştirdim kendimi. Bambaşka bir yerdeyim süsü verdim, o süse herkes alıştı, kimse sorgulamıyor artık. Delidir nerede gezinse yeridir etiketini hak ederek kazandım. Hâlbuki ben onların delirmelerini izliyor gibiyim ve sanırım bu pek sağlıklı değil. Şimdi sıkı takipçilerin gitmelerini gelmelerini, yazışmalarını, streslere girmelerini, kavga etmelerini, dedikodu yapmalarını izleyerek geçiyor günlerim. Manasız buluyorum bu hareketlerinin önemli bir kısmını ne yalan söyleyeyim. Benim hayalet yapımdan herhangi bir tedirginlik duymadıklarından, ben yokmuşum gibi bile davranıyorlar bazen. Kabul gören, selam verilen ama daha çok kendi haline bırakılan bir hayaletim.

Bu hallerin müsebbibi yine yazın o ağır sıcakları zaten. Silikleştiren, buharlaştıran, alıklaştıran haller. Kimsenin kafasını kaldırıp da yanındaki ne halde bakmaya mecalinin olmadığı haller. Herkes kendi derdinde zaten mottası olduğundan küçük Amerika memleketimizin, artık cidden herkes kendi halinde. Ev derdinde, iş derdinde, çocuk derdinde, sağlık derdinde… Televizyonlarda da bir şey yok gerçi uyuşmak için, peki ne yapıyor bu insanlar? Balkonda oturup düşüncelere daldığını sanmıyorum çok kimsenin. Oyalanıyorlar kanısındayım. Evet, kesinlikle oyalanıyor insanlar (Zaten oyalanarak geçen hayat sayısının oya gibi işlenerek geçen hayat sayısına oranını binde bir, devede kulak gibi oranlayabiliriz belki) .

Sadece iş güç sahibi insanlar takip ediyor, iş akışını, para akışını, maaş günlerini, tatil günlerini, yıllık izinleri, yemek saatlerini, sigara molalarını, kimin kimin arkasından iş çevirdiğini, mesai saatlerini, öğlen yemeğinde ne olduğunu, nöbet sırasının kime geldiğini ve daha bir sürü şeyi.

Sokaktaki kedi takip etmiyor. Evdeki hele hiç… Bizim mahalledeki teyze, o çıplak ayaklarını çardağa dayayıp danteline dalıp giden, etmiyor. Kovalamaca oynayanlar, geç kalkanlar, pazara çıkanlar, kahvede gazete okuyan ihtiyarlar, sudoku çözenler, avareler, yaşlılar, çocuklar, işsizler…

Bir laf vardı, kim demişti onu? Hayat bir oyundur, ama roller kesinlikle yanlış dağıtılmış!
İşte benim o: Yerini bir türlü sevemeyen hayalet.

6 yorum:

Sibel dedi ki...

İş hayatı Margot'cum.. Sanırım biz, oraya ait değiliz.. Tek sorun da bu.
Yeni bir işe ve işyerine asla dahil olmak istemediğim, ama buna mecbur olduğum bugünlerde aklımda tek bu var benim de..

yaban dedi ki...

Margot,

Çok güzel olmuş yine; oya gibi işlenen hayatlar ve oyalanarak geçirilen hayatlar... Bana benim çalışma günlerimi anımsattın. Gerçekten ben de kendimi seyirci gibi hissederdim çoğu kez. Günlerin geçişini, mevsimlerin geçişini izlemek acı verirdi. Bir günün kendisi çok yavaş geçerdi ama aylar ve mevsimler çok hızlı geçerdi. Ne zaman yazdı, ne zaman kış oldu diye düşünürken bulurdum kendimi. Ve emekliliğimi düşünürdüm sık sık.. :) Acı.
Ayrıca zamanımı parayla değiş tokuş ediyormuşum gibi hissederdim sabah dokuzdan akşam altıya o koltukta oturmam için bana para veriyorlar derdim ve bunun bir nedeni de yaptığım işin gerçekten işe yaramadığını, boşa çalıştığımızı, bütün gün üretilenlerin akşam çöpe gideceğini bildiğim için düştüğüm karamsarlıktı. Ama bu gidişatın sonu hiç iyi değil. Çünkü düşünceler eylemleri etkiliyor. İyi düşünmeye çabalamalı, sana bir kucak sevgi ve umut yollamak istedim, keşke somut şeyler olsa da satın alınabilseler.. :)
*Kendine başka özgürlük kapıları yarattığını biliyorum ben mesela kitaplar ve yazı yazmak, ki böylece ofisler daha çok çekilir olur.

redrabbit dedi ki...

off ki ne off!!Ben de kendimi iş yerimde aynen senin anlattığın gibi hissediyorum..İşin garibi iş arkadaşlarım kendilerini "aile" patronu da "baba" olarak nitelendiriyorlar..Ve ben sadece ben mi uzaylıyım diye şaşkın şaşkın geziniyorum ortalıklarda..Onlar o kadar memnunlar ki herşeyden,benim küçük serzeniş ve şikayetlerim hemen dikkati üzerime çekiyor doğal olarak..Ben de selam verilen ama hayalet casper olamayacak kadar sevimsizim onlara göre..Onlara aile bense diğer kadın,tu kaka!!Bazen evlere temizliğe mi gitsem diyorum,arapsabunları kovalar ve viledalar arasında sessiz ve tasasız bir hayatım olurdu,sorgulamadan..Temizle okadar..

dgül dedi ki...

Margot'm, yine tıpkı bu yazında bahsettigin rolünü iyi oynuyor gibi görünenlerdendim son zamanlarda ve bunun neticesi son bir kac gün icinde hepsini birden okumak zorunda kaldım senden birikenlerin. Bu yaz daha farklı hissediyormussun gibi geliyor bana yazdıklarından, yazlar hep agır geliyor hepimize rutin is hayatında, ama senin icin bu yaz (belki artık yasam düzenin farklı bir sükunete oturdugundan mı ki?...) daha umutlu gibi sanki, daha da yaratıcı gibi, yazılarına hep hayranım biliyorsun, ama sanki yeni yeni soluklar da alınıyor gibi, benim zavallı sözcük dagarcıgımla anlatabilmem oldukca zor oldu velhasıl da, yani iyi bir seydir demeye calıstıgım, sen halen hakettigince kesfedilmemis bir düsünür ve yazarsın bana göre... Sevgilerimle...

elektra dedi ki...

ah margot, ne güzel dokundun sıkıntılarıma gece gece:)
ben bu sıra bir izleyici olayım sadece, eyleme geçmeden öyle bakayım modundayım. ve o kadar çok iş var ki gündüz, bir tek gece öyyyyle bakabiliyorum. öyyyyleee bakarak geçse gitse şu sıkıntım. ya da yaz:(

Margot dedi ki...

Sevgili Komşular,

Cevap yazamadığım için kusuruma bakmadınız inşallah. Buralardayım ama buralarda da değilim sanki. Bir haller oldu bana çözemiyorum... İçimden yazmak gelmiyor, yazıyla ilgili arasıra zar zor hayal kuruyorum, zorla güzellik de olmuyor...

Duraklama evresine girdim belki? Yazmaktan çok okumayı çekiyor canım, birini bitirip birine başlıyorum kitapların. Belki de bu bir biriktirme evresidir, kim bilir?

Dgül, haklısın bu yaz daha farklı hissediyorum. Bir şeyler değişiyor bende ama şudur diyemiyorum.

Yaban'ın da dediği gibi tek kaçamak yazmak ve okumak benim için ama bir kaçamak daha var şu sıralar: Gezmek! Sürekli gezmek istiyorum, vapura, trene, otobüse, metrobüse bir şeylere binip gitmek! Fotoğraf çekmeyi öğreniyorum bir heves. Yani şu sıralar daha çok okuyorum, geziyorum ve nasıl güzel resimler çekerim onu öğreniyorum.

Bunlar yeni yayın döneminde işimize yarayacak şeyler öyle değil mi? ( Bknz Calimero) Ben aslında içten içe yeni bir yaşam için de işe yarasın istiyorum...

Hepinize kucak dolusu sevgiler, yeni bir tatilden sonra ( bu sefer Akdeniz) görüşmek üzere!