Çarşamba, Mayıs 28, 2008

Ne kadar alengirli komşumuzdun sen Gayret Abla!

Margot ile Sağlık olsun! Programına hoş geldiniz pek değerli komşular!

Bugün sizlerle otuzlu yaşlarda ruh ve beden sağlığını irdeleyeceğiz. Konuya yabancı komşular, hemen şimdi blog değiştirebilir.

Efendim son zamanlarda Osman Müftüoğlu es kaza beni görse beyefendinin kesinlikle gurur duyacağı bir tablo çizmeye gayret ediyorum. Sonuçta hayat bir gayretten ibarettir diyeceğim ama o zaman yazı istediğim kadar uzun olmayacak. Dolayısıyla şimdi yazıyı açalım:

Sevgili komşum Handan Hanımefendi’nin de belirttiği üzere, otuzlu yaşlarda metabolizmamız yüzde otuz yavaşlıyormuş! Sanki iki otuz bir olmuşlar üzerimize geliyorlar, insan ister istemez bir irkiliyor. Ama tabii önceki yazımızda da belirttiğimiz üzere korkunun ecele faydası yok, dolayısıyla korksak dahi çaktırmıyoruz. Burada hemen eskiden yerdim yerdim bir şeycikler olmazdı, aaah ah diye iç çekerek devam edelim mi? Edelim.

Evet, maalesef ki bünyemiz yavaşlamaya başladı, artık o ocakbaşına oturup da, karşısındakine bir çöpşişini görüyor ve bir buçuk arttırıyorum diyen Margot değiliz. Olamıyoruz. Annemizin ahı tutmuş da bırakmamış gibi, mavi yeşil ambalajda bir takım mukavva tadı ve görüntüsünde gıdalar istifliyoruz çekmeceye. Hemen sol çaprazında minik bir poşette cevizlerimiz ve sıkı durun yeşil çayımız (!) duruyor. Bu göz yaşartan manzaraya daha fazla dayanamıyor ve hemen çekmeceyi kapayıp, masamıza dönüyoruz ki bir cam şişe suyumuz, üzerinde ‘ bugün bu şişe bitecek’ hayali yazısı ile oracıkta durmuyor mu? Hem de tüm heybeti ve kırmızı kapağı ile!

Masaya bitişik bir yaşam formunuz olduysa, artık kaderiniz de kapıya dayanmış, hatta kapıyı zorlamaya başlamıştır bile. Eli kulağındadır kapı yıkılır ve sanki çok da lazımmış gibi beliniz, sırtınız ya da boynunuz ağrımaya başlar. Bunlardan birini seçip beğenip alabilirsiniz. Artık mail sohbetlerinizde Volteren iyi gelir, kas gevşetici alsana, hangi bitki neye iyi gelir, gibi muhabbetler dönmeye başlar. Hatta ve hatta eczacı bir kankanız olur, mesela ‘bilmemne lazım bana’ dersiniz. Ay o yaramaz, bak şunu dene, bana çok iyi geldi der. Bitkisel desteklerden, antioksidanlardan, yeni çıkan nemlendiricilerden falan konuşmaya başlarsınız.

Böyle kaptırmış gidiyorken işte, ben ne yapıyorum Tanrım? Gibi arada sırada çakan şimşekler de olur. Bu kısa süren aydınlanma anlarında, hayat kısa, gayret, gayret bir yere kadar dersiniz. Canınız bir Kürt böreği çeker, kokoreç çeker, ciğer çeker ne bileyim işte kendisi ya da paketi yeşil olmayan bir şey çeker! Böylece hayatta gayret et ve anasını sat uçları arasında sallanan, kafası ve ruhu karışmış tipik, günümüz şehir insanı prototipi halinde yaşar gidersiniz.

Ama ey değerli komşularım, böyle olmak zorunda mıdır? Reva mıdır, sorarım sizlere! İkisinin arasında bir ağız tadı, bir ruh kıvamı, bir orta yolu bulmak bu kadar zor mudur? Değildir elbet, değildir de, onun için de bir gayret gerekir işte!

Evet yeniden gayret konusuna geldiğimize göre artık bu yazımızı da paket yapabiliriz, masa başında okunmak üzere…

Gayret ederken ederken, bir gün gelecek, işlerin kendliğinden yoluna girdiği, göbeğinin içine çekmeden düz durabildiği, parmağının ucu ile çok leziz ama bir o kadar da sağlıklı yemekler yapabildiğin, hem sporunu yaptığın, hem arkadaşlarınla gezdiğin, hem kitap okuduğun, hem yazı yazdığın, hem çiçek ektiğin hem kedini sevdiğin, hiç düşünmeden pat diye çok şık giyinebildiğin, sabah yıkayıp çıktığında saçlarının harika göründüğü, makyajsız olsan da gözlerinin altının ışıl ışıl durduğu ve bunların hepsinin kendiliğinden ve hiç Gayretsiz (!) oluverdiği günler de gelecektir!

Umuduyla der ve bir sonraki bilindik ve sevildik normal bir Margotto yazısında daha buluşana kadar hepinize esenlikler dilerim.

6 yorum:

yaban dedi ki...

ııı çok şahane, yüzümü buruşturdum ama yazının güzelliğinden değil :) yazının bir öznesi de ben olduğumdan. İki arada bir derede salınan sarkaç gibiyim. Sağlık takıntım ve boşvermişlik içindeki sefa düşkünlüğüm beni bir o yana bir bu yana çekiyor. Sonumuz hayır olsun.
**
Son paragrafında tasvir ettiğin kadın kim, kül kedisi filan herhalde, modern peri masalı. :)

Handan dedi ki...

yazını okuyunca hemen ekşi sözlük'teki otuzlu yaşlar yazımı aldım bloga margot. sanırım bu yazı içini biraz daha rahatlatacak. sevgiler

Adsız dedi ki...

SELAM ...MARGOTTO..UZAKLARDA HİÇ TANIMADIĞIN BİR YÜZÜ GÜLÜMSETTİN...TEŞEKKÜRLER... SEVGİLER NUR..

Margot dedi ki...

Sevgili Yaban,
Sarkaçlık bizim kaderimiz galiba, bu yaşlarda biraz sallanıp sonra rotamızı bulacağız gibime geliyor :)
Son paragraf bir düş şekerim, ama o düşü kovalaya kovalaya bir hal olmamızın da manası yok demek istedim :) Yetişsin bakalım varsa bir süper hanımımız, ben iddiadan çekiliyorum :)

Sevgili Handan Hanımefendiciğim,
Teşekkür ederim destekleriniz için, şikayetlerimi dinlediğiniz için, sabrınız için :) Öpücüklerimi yolluyorum.

Nurcuğum,
Ne demek, hep gül! :)
Sevgiler benden.

TUĞBA'NIN DÜNYASI dedi ki...

Günün herhangi bir saatinde yazılarını okumadan yapamıyorum inan.Bu yazıyı da çok sevdim.30 a geliyorum ben de yavaştan.eşim 30um artık yaşlandım demeye başladı tabi çok da inanarak değil ama.eskiden yani bundan en az bi 7 sene evvel falan sanki 80li kadınlar gibiydim. gerek yazdıklarım gerek konuştuklarımla.şimdi evet belki gerçekten zamanın oyununa geldim sırtım belim bacaklarım ağrıyor yağmuru önceden tahmin edebiliyorum ama içim her zaman yaşamak sevinciyle dolu.önemli olan da bu.yaşları yaşamak hayatımızın bir parçası ve yaşarken yaşlanmak da.önemli olan bu sevincin ucundan kıyısından tutabiimek belki de.somurtan bir ihtiyar olmamaya gayret göstericem ilerki yaşlarımda.şimdi de gecikmiş gençlik paranoyaları yaşamamaya gayret gösteriyorum.çünkü biliyorum ki kimsenin yaşı yaşadıklarıyla orantılı değildir.gülümsemene bak.içinin karanlık kuyuları zamanla aydınlanacaktır.gelen yeni yaşlar bize yeni şeyler de getiriyor nasıl olsa.
kalp kalbe karşıymış gerçekten.
mutlu oldum:)

Margot dedi ki...

Sevgili Tuğba,
Gelen yaşlar hepimize sadelik, bilgelik ve sabır getirsin. Başka türlü yetişemeyeceğim ben bu işlere :)
Sefgiler!