Perşembe, Ekim 18, 2007

Tatil yine bitti...

Tatil yine bitti, ofis ellerini göğüs hizasında kavuşturmuş, haince sırıtan bir alacaklı gibi kapıda bekliyordu döndüğümde. El mecbur geldik, oturduk yine, yazı masası olmasını senelerdir hayal ettiğimiz ofis masasının başına.

Tatil yine çok güzeldi, dinlencelere, sulara, güneşlere doyamadık. Bizim site çok tenhaydı, yaz kış oturmak için siteye taşınan Batu beyler dışında, tanımadık bir iki aile daha vardı bizden başka. Sabahları kapının eşiğine çıkıp, o ucuz taş döşeli sahanlıktan uzaktaki tarlalara bakıp kalmayı özlemişim. Burnuna çarpan toprak kokusunu, deniz kokusunu, kuşların gevezeliklerini, güneşin yavaş yavaş ortaya çıkan o sıcak aydınlığını…

Tatil sonu kafanda kalan işte bu anlar, tatil dönüşünde kafana astığın ve gidip gelip baktığın resimlere dönüşüyor. O resimlerdeki kendini özlüyorsun. Devamlı bakasın geliyor, ayna niyetine resimlerdeki yüzünün haline.

O tatilin keyfi belki sadece bir gün kalıyor üzerinde, sonra o da uçup gidiyor, şehrin karmaşası, alacağı, vereceği bitmiyor… Şehir gelir gelmez başına çöküyor, dışardan bakılınca aradaki anlarda nefeslenmek için uzaklara dalmış oluyorsun.

İçerden bakılınca kafandaki o resimleri seyrediyor oluyorsun, dönüş yolu boyunca kafanın bir duvarına astığın o çok sevgili resimleri:

Yolla beraber akan o güzelim manzara resimlerini, sararmaya yüz tutmuş ağaçları, onların dibinden usul akan dereleri, baraj gölünün masmavi sularını ve arkasında yükselen kayalıkların haşmetini, yol kenarında durduğunda kafana diktiğin içi kıpkırmızı nar suyu dolu bardağı, tabağındaki ızgara alabalığı, gün batarken sahilde kovalamaca oynayan çocukları, çakıl taşlarının sırtına batan sıcaklığını, kucağından inmeyen o koca sersem kedinin tüylerini ve daha binlerce yan yana, ardı ardına dizdiğin nice güzel resimleri…

İşte sen dışardan suskun ve dalgınken, içerden albüm sayfaları arasında iç çekerek geziniyor oluyorsun böyle. Ne vardı sanki biraz daha kalabilseydim? Diyorsun. Ne vardı sanki dönmek yerine oradan sonbaharın devam ettiği kıyı şeridini takip edip basıp gitseydim? Ama olmuyor değil mi?

Döndüğümüz gece yerle gök bir oluyor İstanbul’da, öyle delicesine bir yağmur. Eve geldiğimizde sabaha kadar sürüyor, hava soğuk ve ıslak. Sıcacık evinden sokağa atılmış kedi gibi kabarıp siniyorum evin bir kenarına. Soğuk havaları sevmiyorum, renklerin bu kadar çabuk solmasına, griye çalmasına dayanamıyorum. Biri sanki bizim renkli televizyon hayatımızı siyah beyaza çevirmiş. Pleasantville miydi o filmin ismi? Ona benzetiyorum, ışınlandığımız bu şehri.

İstanbul’u severim, hala seviyorum. Ama haftada bir manzara seyretmemize izin veriyor buradaki hayatımız. Şehir hatlarının kıyıya yanaşmalarını en son ne zaman seyrettim, en son ne zaman bir martı gördüm, bilmiyorum. İstanbul şehir güney doğa, İstanbul iş güney tatil, İstanbul trafik güney rehavet, İstanbul hayal kırıklığı güneydeki kasabalar umut oldu benim için. Ondandır bu manzaralarına bakmaya vakit bulamadığım şehirde, kafamda asılı resimlere dalıp gitmeden duramayışlarım.

7 yorum:

Adsız dedi ki...

Sevgili Margot;
iyi ki de döndün benim acımdan, bana terapi gibi gelen yazılarını okuma keyfine kavusmus oldum bu sayede ( ne kadar bencilim degil mi!) Ne düsünüyorum biliyor musun; aslında genel olarak yasadıgımız (kosturdugumuz - calıstıgımız vs.) yerden uzakta olmakla ilgili sanırım bu hisler. Diyelim ben, Istanbul'a yalnızca gezmek amacıyla geliyorum ve dogal olarak Istanbul'un güzelliklerinden baska birsey göremiyor gözüm. Istanbul'u düsündügümde bile, gözlerimin önünde yalnızca, senin Akdeniz'de olmakla ilgili anlattıgın hayaller aynen canlanıyor. Hic kötü bir sey yokmus gibi Istanbul'da. Icinde yasayan ya da dedigim gibi yasam telaselerine (mecburen) karısan, o sehrin keyfini - tadını cıkaramıyor maalesef genelde. Mutlu günler diliyorum esine ve sana.

celerone dedi ki...

Ya sevgili Margot,

Okur okumaz toplanıp çekip gitmek geldi içimden. Evet Istanbul bir yoksunluk hali içinde bırakıyor insanı çoğu zaman. Aslında Istanbul değil de, Istanbul'daki hayat tarzımız galiba. Zorunluluklarla dolu bir yaşam çizince kendimize, işte böyle dudağı bükük çocuk gibi iç çekerek bakıyoruz resimlerimize.

Ama sen hoşgeldin.

Selamlar,

Margot dedi ki...

Sevgili Dgül,
Yazınca ben de bir nevi terapi yapıyorum kendime, sana da iyi geliyorsa ne mutlu bana.
İstanbul'un kabahati yok dediğin gibi ama bütün bu gri tonlu ofis hikayelerine fon olmasından, alışveriş merkezlerinin yorucu ve baş ağrıtan hengamesinden, trafiğinin seni yutan bir bataklık olup çıkmasından ötürü bütün bunları kısaca büyük şehir olarak o üstleniyor. :(
Aslında bu şehri o kadar seviyorum ki sanırım bu hallere geldiğini görmek çok daha fazla üzüyor beni. Kaçmak istiyorum ondan.
Sana da mutlu günler, ben hastalandım, grip oldum yine.
Siz kendinize iyi bakın e mi?

Sevgili Celeronum,

Hoşbulduk!
Gelir gelmez salgına tutulduk!
Gripten yataklara düştüm, bugün gözlerimi kırpıştırıp, hımbılca geziniyorum ortalıklarda. Yağmur da yağacakmış zaten, bir de pazartesi geldi mi sana?
Ne yapalım şimdi komşum? Resimlere bakmayalım da ne yapalım :)

Kendine dikkat et, sevgiler &selamlar...

Adsız dedi ki...

Gecmis olsun Margot,
Dinlenme sansın varsa Tylol Hot alıp uyu, en iyi cözüm bu oluyor genelde. Maalesef tam mevsimi gribin. Su anda İzmir de aynen betimledigin gri fonla kaplı ve saganak bicimde yagıyor durmadan. Ne kadar yagmurları özlemis olsak da, bu havalar sıkıntı ve hüzün getiriyor ruhumuza sanki. Bol C vitaminli icecekler ve dinlenme fırsatı diliyorum senin icin. Sevgiler...

Adsız dedi ki...

Gri olayına takıldım Margot.İlla
soluk renkmi olmalı.Siyah var,beyaz
da..aradaki gri renkler de fena olmaz..Bu arada geçmiş olsun,umarım
iyileşmişsindir..Yamyam'ı üzmüyorsundur dimi:) A.Abi

Timur dedi ki...

Ah be Margot , iyi ki gelmişsin :)
Seni okumak her zaman keyif .
Renkler griye çalmasın , biraz da yeşil olsun . En sevdiğim renk olsun ...

Margot dedi ki...

Anonim Abi,
Grilere takma ama malesef her şey gri geliyor bana ofislerde. Masalar, bilgisayarlar, camekanlar, telefonlar, yer döşemeleri,fax makinaları, homurdayan zırlayan makinalar! Renkli manzaralar dışarda, ara güler fotoğrafları da dışarda! Burası hep gri, pek iç bayıcı!
Yamyam'ı üzermiyim hiç ben? Cık cık cık! :)

Timur Hoşgeldin,
Sağoladın, seni burda görmek de keyif. En sevdiğin renk olsun tabii, inşallah hepimizin en sevdiği renkler hep gözünün önünde olsun.