Pazartesi, Ocak 22, 2007

Nezle! Bırak yakamı!

Nezle ile cebelleştiğimiz günlerdeyim. Ben biraz alttan alsam iş tatlıya bağlanacak ama hiç işime gelmiyor eve gidip yatağa kıvrılmak. Aksine sokaklara çıkmak, gezmek tozmak, arkadaşlarla hoş beş etmek istiyorum. Ondan akan burnuma, yanan gözlerime, parçalanan boğazıma aldırmadan geziyorum. Nezle sabırla bu huyumdan vazgeçmemi, bünyeyi yatağa serip, havlu atmamı bekliyor. Ama bende nerde o kibarlık! Yüz buldukça azan çocuklar gibi geziyorum… Geziyorum, sinemalara, parklara, güzel havalara, doyamıyorum. Önce bir iki ikazla başlattığı isyan giderek yayılıyor bünyeye. Her yanım ağrımaya başlıyor, dayak yemiş gibiyim. İntikam vakti gelip çatıyor nezlenin, yatmadan düzelemeyeceksin, iki dakika efendi ol çekip gideyim diyor. Kafa tutacak halim kalmadı, köşeye sıkışmış vaziyetteyim. Bir yandan da yapacağını yapmış, azacağı kadar azmış şımarık çocuklar gibi arsızca gülüyorum. Hani bir kabahat işler, kovalayıp ensesinde bitiverirsiniz sonunda. Ama piç kurusu korkacağı yerde hınzırca güler size, yani iş işten geçti artık yakalansam ne yazar der gibi. Ben de aynen öyleyim bu pazartesi, hastaysam hastayım yani, ne hafta sonuydu ama sen ona bak diyorum içimden. Dışımdan burnumu çeksem de neşem yine yerinde.

Kendimce hoşuma giden şeylerin listesini yapmak istiyorum şuracağıza, aklımdan silinmeden birkaçı kayıtlara geçiversin:

-Pazar kahvaltılarına bayılıyorum. Hele dostlarla olursa, şöyle bol muhabbetli… İnsan başka ne ister? Yeşilköy’deki kahvaltılara, ondan sonra sahilde yürümeye ve tanıdık manzarayla selamlaşmaya bayılıyorum.

-Galleria benim için bir abur cubur cenneti oldu artık. Buz pateni pistinin yanında kâğıt bardakta haşlanmış tane mısır satıyorlar. Kaşıklayıp yemeye bayılıyorum. Üzerine acılı sos koyarlarsa daha bir güzel oluyor, patlamış mısır tarih oldu yaşasın haşlanmış sütlü mısırlar!

-Son zamanlarda seyrettiğim her filme nedense bayılıyorum. Little Children herkese hitap etmeyecektir belki ama bu onun harika bir film olduğu gerçeğini değiştirmez. Sapığı oynayan adam her kimse uzun zamandır beyaz perdede gördüğüm rolü haline gelen (oynayan değil) az oyuncudan biriydi. Kendisine Oscar mı verirler, nasıl olur bilmiyorum ama kesin ödül alacaktır derim ben.

- Beynelmilel hakikaten çok güzel bir film. Seyri çok keyifli ve ben her güzel Türk filminde mutlu oluyorum. Meral Okay’ın o gece mavisi taytı ve dore ayakkabıları geliyor gözümün önüne, gülümsemeden edemiyorum!

- Galata ve Kuledibi gece daha güzel oluyor. Işıklı Galata Kulesi’ni mümkün olsa kucaklamak istiyorum. Yanından geçerken seviyorum onu pat pat yapıyorum duvarına, sonra bakıyorum beni göremiyor tepeden, madem öyle diyorum ben de senin göz hizana tırmanırım! Hemen yanındaki Anemon Oteli’nin terasındayız şimdi. Kule tam yanı başımızda ışıklar içinde duruyor. Karşıda bir Haliç manzarası, camiler ve köprü gerdanlık mı takmışlar bilmiyorum, hepsi abiye bir halde, taşları ışık saçıyor. Bu manzara beni çok mutlu ediyor işte, kafamı kaldırıp, bir kuleye, bir Haliç ve camilere bir sana bakıyorum, tabiatı ile başım dönüyor.

- Kuledibi’nden Tünel’e çıkan yokuşu tırmanmaya bayılıyorum. Hep aynı yerlerde duraklamaya da hiç itirazım yok. Ve evet ben Vespa’lardan hep kırmızısına bakıyorum. Tünel’e çıkınca tanıdık bir yere vardığımızı görüp mutlu oluyorum. Bence sokak köpeklerinin yüzleri daha bir güzel oluyor ama bir yandan da her gece yarısı mutlaka karşılaştığımız o tertemiz kabarık tüylü köpeğini gezdirmeye çıkan amcayı merak ediyorum. Bazen durakta oturuyorlar beraberce, onlara selam vermek istiyorum artık, ama her seferinde çuvallıyorum. Bir dahakine iyi akşamlar diyeceğim, köpeğiniz ne güzel.

- İlk defa tramvaya bindim ben! Hep yanımdan geçen ve çınlayan şey sanki benim için bir dekordu. O salonda duran ve sanki ellemesi yasak kıymetli eşyalardan biri gibi. Hareket eden bir oyuncak! Ama dün o kadar yorulmuşum ki tramvaya binelim dedim, pes ediyorum. Taksim tarafından biniverdik. Kalabalığın içinden tünele doğru süzüldü tramvay, karanlık ama masalsı Tünel durağında durdu. Oyuncak değilmiş, basbayağı işe yarayan bir çıngıraklı vasıta işte!

Gözlerim yanıyor, burnum tıkalı ve boğazım parçalanıyor. Bir sürü kitap var okumam gereken, mor atkımı bir türlü bitiremedim, ev de dandini halde bir türlü toplayamıyorum ama her şeye rağmen sokaklar çekiyor beni. Nezleye teslim olmuş gibi, kaçmaya niyetim yokmuş gibi uzanacağım bu akşam biraz. Gözlerimi yalandan kapayıp uyuyor gibi yapacağım, ikna olur da yakamı bırakacak gibi olursa, ilk fırsat yine sokaklardayım!

16 yorum:

terskose dedi ki...

geçmiş olsun :)

Margot dedi ki...

sağolasın kardeş :)

celerone dedi ki...

Margotum ne güzel yazmışsın yine. Polat'ın yanında Fener vardır, hiç gider misin oraya? Eski bir deniz feneri, çok güzel de manzara.Çok severim ben, yemekleri de, kahvaltıyı da.

Sevgiler,

Margot dedi ki...

Celerone'um hep görüyorum o feneri ben ama hiç yemek yemedim orada. Sanki fiyatları biraz tuzluymuş gibi geliyor, yanında Polat var ya ondan galiba :) Ama sen dersin de gitmez miyim? İlk fırsatta fenerdeyim artık !
Sevgiler :)

JTB (JourneyToBlue) dedi ki...

öncelikle geçmiş olsun.. neler çektiğini biliyorum, ve fakat ona inat sokaklarda olmanı da takdirle karşıladığımı ilaveten belirtmek istiyorum:) ben yatak-döşek yattımdı zira..
şu haşlamış mısır kaşıklama olayı ne güzelmiş.. ben bayılıyorum haşlanmış mısıra.
ve Galata.. ah ah, 20 gün önce tepesindeydim..

Tijen dedi ki...

yine de dinlen arada be gülüm.. bedenin de hakki dinlenmek, ona da sans ver!
makarna kardesin.

Margot dedi ki...

Dilayracım,
Teşekkür ederim, bu ara herkeste bir salgın sanırım bu nezle grip. Ben inat ediyorum bu sefer ama bakma iş ciddiye binecek gibi olsa hemen havlu atar serilir yatarım:)
Galata'yı da sorma hiç aşığı maşuk ediyor! :)

Canım Makarna Kardeşim,
Dinlendim canım. Ama benim dinlenmekten anladığım yutarcasına kitap okuyup, makina gibi atkı örmek oldu. O da tren gibi uzadıkça uzuyor bir sonunu getiremedim! İçim durmuyor işte ne yaparsın :)
Sevgiler!

skoer dedi ki...

Bir süre kadar önce köprü altında bitirilmiş rakıdan eve dönerken o amca ve güzel köpeği yine oradaydı. Durmak bir tarafa uzun bir müddet de sevdik hani. Çok güzeldi hakikaten.

Margot dedi ki...

Skoer,
Merak ediyorum o amca neden geceyarısına yakın vakitlerde ortaya çıkar, köpek nasıl da uslu ve terbiyeli değil mi?

Bir de yeni açılan starbuck'ın orada oturan, gitar çalmayı bilmeyen ama gitar çalmaya çalışan teyze var. Başta çok kötüydü ses çıkarıyordu sadece, şimdi daha az kötü. Gerçi son gidişimde görmedim belki biraz daha düzeltmiştir.

Adsız dedi ki...

Salgın felaket. Ben de geçen hafta üç gün yattım. Hem de "bu yıl aşı oldum Bomba gibiyim daha hiç hastalanmadım." dediğimin ertesi günü. İlk kez işe gitmedim. Bilinsizce uyudum. Umarım sen de ben bunları yazarken iyileşmiş olursun. Çünkü hastalık insanın sırtında yük gibi. Sanırım öksürüyorum diye sinirlenen tek insan ben değilimdir.

Margot dedi ki...

Adacim,
Sana da geçmişler olsun. Ben henüz tam iyileştim diyemem ama hala yataklara düşmeden idare edebiliyorum. Salgın her yanı sardı mı nedir, tanıdığım herkes nezle ya da grip oldu!

Adsız dedi ki...

"Her kim dostlarla sabah kahvaltılarına bayılır, o iyi insandır... İyi insan olduğu içindir ki iyi bir hayatı hakeder."

Margotto'nun yeni, Margotto'nun sevgilisinin yıllanmış dostu.

Adsız dedi ki...

İsviçre' li bir arkadaşım anlatmıştı. Ülkelerinde hayvan dışkısının içinde hızla büyüyen bir cins mantar varmış. Mantar yetiştiricileri boyu uzayıp dışkı seviyesinden yükselen mantarların kafalarını kesip toplarlarmış. Kendisini iş yaşamında bu tip mantarlara benzetirdi. "Beni karmaşanın orta yerine attılar. Biraz boyum uzayıp ortalığı toparlayınca kafamı kesecekler diye düşünüyorum." demişti...

Galata kulesi karmaşanın içinde yükselen bir mantar gibi. Defalarca yangın görmüş, tamamen yıkılmış, deprem yaşamış. Ama İstanbul halkı her defasında onu yeniden yeniden inşa etmiş. Farklı dönemlerde farklı amaçlar için kullanılmış. Bu yönü ile onu vizyonu geniş, tecrübesi derin, bilge ve vazgeçilmez insanlara benzetiyorum. Karmaşanın ortasında sapasağlam ve istikrarlı bir duruşu ancak bu özellikleri ile sağlayabilirdi. Kulenin olduğu bölgede dar sokaklar, evler, dükkanlar, arabalar... Ancak tepesine çıkınca bulunduğu yerdeki düzeni anlayabiliyorsunuz.

Galata Kulesini artık farklı görüyorum. Benim için anlamı bilgelik ve güç oluverdi. Köklerinden gücünü alan, istikrar ve bilgeliğin simgesi.

Bu bakış açımı arkadaşıma kulenin tepesinde anlattım. Daraldığında kendinin Galata Kulesi olduğunu düşün dedim. Gözlerindeki sevinci hatırlıyorum. Yaşamını değiştirebildim mi bilemiyorum. Ama bir an olsun kendini iyi hissetti.

Bazen içinde boğuştuğumuz karmaşayı çözebilmek için bir kulenin tepesine çıkıp yukarıdan hayatımıza bakmak gerekiyor. Kim olduğunu hatırlamanın bir yolu da bu olsa gerek.

Ayrıca Margotcuğum, uzun zamandır hiçbir pazar bu kadar huzurlu olmamıştım. Bu huzurlu günümüze oğlumun tuvalet maceraları ile renk katabildiysem ne mutlu bana...

Teşekkür, teşekkür, teşekkür...

Margot dedi ki...

Sevgili Yeni Dostum,
Çok teşekkür ederim güzel yorumun için, senin Margotto'yu takip ettiğini bilmek beni mutlu ediyor, sohbetiniz de ayrıca mest ediyor :)

Sevgili Witch,
Galata'nın hepimizde yeri ayrı anlaşılan. Benim kendisiyle şahsen tanışmam hayli geç oldu aslında. Senelerce uzaktan uzağa bakıştık, Taksim'e giden her insan gibi, manzaranın güzel bir parçasıydı, özeldi belki ama uzaktı. Sonra bir gün bir yazı için sokakları arşınlamaya başlamamla, kendisi hakkında ne varsa okumaya başladım. Bana sanki aramızda bir sır varmış da kimse bilmiyormuş gibi geldi. Belki böyle bir histir, her kim yanında bucağında dolaşsa kendi alemine dalıyor...

Yeşilköy benim evim gibi birşey, gelen beğenince üzerime alınıyorum! Hep gelin tamam mı, biz de geliriz! :) Oğulcuğunu da çok öpüyorum. Seni de çok kucaklıyoruuum! :)

Adsız dedi ki...

Beyoğlu ne güzel yeniden hatırladım. İstiklal'deki tramvay turistler içindir zaten sadece. İstanbul'a taşındıktan sonra hiç binmedim ben de o tramvaya.

Yazını okuduktan sonra "çok özledim be İstanbul'u" cümlesi geçmedi aklımdan, mutlu oldum sadece bu bir şehirde yaşamış olduğum için. Bi gün özlerim herhalde yeniden.

Margot dedi ki...

Sevgili Acemi,
Tramvay bana da oyuncak gibi geliyordu, lazım olana kadar. Özlemediysen mesele yok, ben özlersem kıvranıyorum çünkü.