Cuma, Ekim 06, 2006

Pastırma yazının başındayız artık...

Pastırma yazının başındayız artık. Dışardan avuç dolusu, kucak dolusu ışık giriyor gözlerime, aydınlıklara bakıyorum bu sabah. Gözlerim kamaşıyor biraz, uykulu uykulu düşüncelere dalıyorum gündüz vakti.

Kendimce uzun vakitler oldu, yazamıyorum. İçimde yazı yazan çocuk uykuya daldı, ben de ses etmedim. Üzerine kırmızı battaniyeyi örttüm. Sıkıca sarındı ve iç geçirdi dalarken.

Zamanlar oldu, zamanlar geçti. Parçalar ayrıldı, parçalar birleşti. Cümle bile kuramadım, cümlelerdeki kelimelerin ipleri koptu, teker teker gökyüzüne yükseldiler. Ama korkmadım. Güvercin gibidir kelimeler, uçar uçar yine geri dönerler.

Sonra bu sabah içimden mırıltılar geldi. Bir baktım uyanmış bizim çocuk, acemi acemi bir şeyler anlatıyor. Dur dedim önce bir beyaz sayfa açalım şuraya ondan sonra anlat derdini. Önce biraz geveledi, sonbahardan, üşümekten, bahsetti. Yaprakların kızarıp kızarmadığını sordu. Bazıları şimdiden turuncuya döndü dedim. Ama tam kırmızı sayılmazlar. Yetiştiğine sevindi. Ne kadar uyudum ben? Diye sordu. Çok değil dedim, hem sen uyurken ben yalnız kalmadım. Yoksa?? Dedi. Gülümseyerek başımı salladım. Aşık oldum ben. Sevinçle sarıldık. Ben zaten rüyamda görmüştüm dedi. Benim rüyalarım hep çıkar. Sevinçle parmaklarını çıtlattı. Mahmur yüzüyle doğruldu yatakta, kıvırcık saçlarını karıştırdı. Bir çay yapsana içelim dedi. Gülümsedim, perdeler kıpırdadı mutfağa giderken.

İçimde yüzünde yastık izi olan bir çocuk var. Hala biraz uykulu, yıllardır çay içmemiş gibi çay içiyor. Uykusunda konuşur gibi anlatıyor bir şeyler. Battaniyeyi bıraksana artık diyorum, ucundan çekiştirip anlatmaya devam ediyor. Fazla üstüne gitmiyorum. Ne de olsa uyumaktan yorgun düşmüş, anlattıkça dinleniyor. Mutfak masasında oturmuş onu dinliyorum. Rüyalarından bahsediyor, rüyadan bahsederken sayıklamak şartmış gibi. Aşktan bahsetmeye çalışıyor, rüyada güler gibi oluyor yüzü. Ne dese biraz yarım, ne dese biraz eğreti kalıyor, ama uyanık, ferah ve onun burada olması gibisi yok, insanın kendi çocuğu gibisi yok.

Pastırma yazının başındayız artık. Dışardan avuç dolusu, kucak dolusu ışık giriyor gözlerime.

Saatlerce konuşuyoruz. Anlatıyor da anlatıyor, nasıl da özlemişim! Peki, sen Türk kahvesini özledin mi diyorum bizimkine. Evetliyor kocaman gözlerle. Ocakta ağır ağır köpüklenen kahvenin heyecanı sarıyor bizi, mis gibi kokusu burnumuzu yalıyor. Falıma bakar mısın diyorum hazır mutfak aydınlıkken. Senin falını sana söyleyeyim madem diyor. Yollar görünüyor sana, bir de güzel kısmet var bak tam burada işte, rüyamdaki gibi. Bakıyorum fincan duvarlarının gölgesine. Gerçekten de o! Diyorum. Gerçekten de o! Bir yaşıma daha girdim.

6 yorum:

skoer dedi ki...

Gitmek.

Belki de eylemlerin en guzeli.

ne yazdı ne yazamadı dedi ki...

margotcuk seni çok ozlemiştim. gene şahane bir yazı yazmışsın. bir an düşündüm de buraya yazmaktan vazgeçersen nasıl alışırım bu tattan v azgeçmeye diye. artık alışkanlık yaptı.

postfiyaka dedi ki...

Zaten son yazını da geç okumuştum o karamsar ruh halinin en azından sürmediğini biliyordum. Ama yine de merakla yeni yazını beklerken hergun acaba guncellemişmi diye bakarken bakamadıgım bir akşam guncellendiğini öğreniyordum senden. Yine harika, yine margot yine sen...

Margot dedi ki...

Sevgili Skoer,
Gitmek güzel elbet ama bazı gitmelerin dönüşü güzel.
Sevgili ne yazdı ne yazamadı,
Ben de blog'u özledim. Kendimce yazsam da buraya yazmayınca bir boşluk bir eksiklik oluyor. Boynu bükük kalmasın Margotto'mun. :)
Postfiyakalı arkadaşım,
Trak gelmişti, ellerimizi açtık biraz, beğendiğine sevindim.

Oya Kayacan dedi ki...

Uzuncadır görüşmedik. Ne güzel bir yaştır o kutladığın öyle. Ergenlik henüz. On küsur yıl var daha az buçuk olgunluğa 8-))

Margot dedi ki...

Oyacığım,
Evet ama olsun görüşemesek de ben hep sayfalarında geziniyorum vakit buldukça. Senin ziyaretlerin de hep yüzümü güldürüyor. Olgunluğa daha var mı diyorsun? Eyvah ki eyvah o zaman :))