Pazar, Haziran 25, 2006

Domino ve Japon Balığı

Biraz önce Domino isimli filmden çıktım. Zaten dengesiz olan ruh halimi daha da dengesizleştirdi. Filmden çıktıktan sonra yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama herkes bana bakıyordu ya da ben herkesin bana baktığını sanıyordum. Dudağımın yarısında çarpık bir gülümseme, yarısında ise acı çeken bir ifadeyle D&R’dan içeri girdim. Kitap raflarına yürürken birden kafama dank etti: Telefonum! Cep telefonunu yine sinemada unutmuşum, neyse ki görevliler bulup saklamışlar. Sanırım o ana kadar alışveriş merkezinde bir başkası olarak gezmiştim. Telefonu tekrar bulduğum an sanki kendimi de bulmuş gibi hissettim. Sinemadan çıkmamla, telefonu bulmam arasında geçen o sürede kim olduğumu bilmiyordum, kesin olan şu ki o ben değildim…

Mickey Rourke çok yaşlanmış, Beverly Hills’teki çocuklar da öyle. Hepimiz sanırım büyüdük… Lisedeyken bu diziyi seyreder bittiği zaman da kendimi çok kötü hissederdim. Dizi başladığında bir güç sanki Pleasantville filmindeki gibi bizi televizyonun içine, orda yaşanan hayata çeker, dizi bittiğindeyse televizyonun dışına o zaman sefil olduğunu düşündüğümüz hayatlarımıza geri tükürürdü. Bir arkadaşım dizi bitip, gerçek hayata dönünce kendimi öyle kötü hissediyorum ki demişti bir kez. Ben de öyle sevinmiştim ki, demek ki böyle hisseden bir tek ben değildim. Biz ne o kadar güzeldik, ne de o kadar yakışıklı erkekler vardı etrafta, ne öyle arabalara binebilirdik, ne öyle evlerde oturabilirdik. Hele o okyanus kıyısında hep beraber yaşadıkları ev yok muydu? O hayat bizim asla içinde olamayacağımız bir düştü. Ekran kararınca bizi geri tüküren bir hayaldi evet ama yine de her hafta sadık yeniyetmeler olarak sabırsızlıkla beklerdik diziyi, kanmaya gönüllüydük. Kana kana kandırsınlardı bizi. Bizim evimiz Hollywood’da değildi, evi orda olanları da gerçekte tanımazdık. Sanırım hayranlıkla karışık bir gıptayla izlediğimiz bu dizi üzeri kapanmayan bir aşağılık hissi yarası açıyordu ruhumuzun bir yerlerinde… Ve o yara en çok da dizi bitince sızlıyordu…

Dizide oynayan gençlerden hiçbiri Hollywood’da diziyle yakaladığı şöhreti yakalayamadı. B sınıfı filmlerden öteye geçmeyen kariyerleri bir süre sonra tıkandı kaldı. Çünkü artık onlar yaşlanmıştı... Hollywood bir zamanlar tıpkı bizi içine çekip tüküren o televizyon hayali gibi onları da bir kenara fırlattı. Domino filminde de artık pespaye Reality Show’lar dışında iş bulamayan dizi oyuncularını oynuyorlar. Yani kendilerini. Filmin bir yerinde yeni realty show sayesinde tekrar imza dağıtan sarışın Steve’e ( pörtlek gözlü Donna’yla çıkardı bir aralar, en etkisiz elemanıydı dizinin) kızlardan biri: Arkadaşım Tina senin öldüğünü düşünüyordu diyor gülerek, Steve de o zaman söyle o … Tina’ya ben ölmedim diyor, dişlerinin arasından öfkeyle tıslayarak. Evet, Steve sen ölmedin ama hepiniz eviniz Hollywood’da dizisinin bantlarındaki halinizle donup kaldınız. Olmayacak bir süprüntü hayal evinde kalan hayaletlersiniz siz. Kimse sizi o dizi dışında başka bir halde görmek istemedi. Siz büyüdünüz ve tıpkı küçük ve sevimliyken şöhret olup büyüyünce yüzüne bakılmayan bir sürü çocuk star gibi mahallenin popüler çocukları olarak arşivlerde yerinizi aldınız. Hayat acımasız, soğuk ve zalim bazı oyunculara… Ta ki bir filmde unutulmuş dizi oyuncuları olarak kendinizi oynama fırsatını buluncaya kadar. Belki siz de bu rolde eviniz Hollywood’dan intikam aldınız. Makyajlı, parfüm kokan Beverly anneniz sizi yarı yolda bırakmıştı. Zengin, hain ve vicdansız kadın!
Peki, Domino nasıl bir film mi? Domino gerçek bir hayat hikayesi. Zengin bir Beverly Hills çocuğunun amigo kızları kılığındaki aldatmacaya attığı bir yumruk. ( Gittiği lisede ona sataşan kızlardan birine burnunun estetik olup olmadığını sorduktan sonra iki yumrukta olacak hale getirmesi gibi) Domino ismindeki kızımız küçük yaşta babasını kaybeden, annesi tarafından yatılı okula verilip bir daha terk edilen bir kızceğizdir. Okulda babasından aldığı son hediye olan kırmızı japonik balık da ölünce hayatta hiçbir şeye bağlanmama kararı alır. Öfkesini nereden çıkaracağını bilemeyen Domino, silahlarla parmakları arasında gezdirdiği bir madeni para gibi oynamaya başlar. Ta ki Amerika’da yasal bir meslek olan ödül avcılığına bulaşana kadar. Buradan sonra oyun geçek olur ve Tarantino’nun kulaklarını çınlatacak ( Özellikle Lucy Liu’yu görünce ister istemez hatırlıyor insan) şekilde şiddet vuku bulmaya başlar.

Hızlı ve üst üste binmiş kurgusuyla zaman zaman yorucu bir seyirlik olsa da, sinemadan kafa allak bullak çıksanız da biz Kill Bill demiş insanlarız diyorsanız, dayanabileceğiniz hatta belki gayet de sevebileceğiniz bir film: Domino. Kendini gerçek hayatta Beverly Hills dizisinde bulan, ama mahalleyi o yaştaki halimizle seyretsek hayretler içinde kalacağımız bir şekilde (!) sıkıcı ve korkunç bulan bir kızın hikayesi.

Zaman zaman kim olduğunu unutup, sonra hatırlamayı sevenler için.

8 yorum:

z dedi ki...

Altlara doğru bir isim daha var oyuncu listesinde, Hillary Swank. Dizideki rolünü hatırlamıyorum ama demek ki bu diziye az bulaştığından başarılı olmuş Hollywood'da.
Orta okulda sınıftaki tüm kızların elde luke perry resimleriyle dolaşmaları,anket defterlerinde boy boy fotoğrafları, dizinin sonlarına doğru alkolik falan oluyodu bu hatırlıyorum biz erkeklerde bir mutluluk, hıncımızı almışlık.
Al Bundy de bir korku-gerilim filminde oynamıştı sanırım, dedektifti.. Bi türlü ciddiye alamamıştım karakterini.

turuncu dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
turuncu dedi ki...

ilk ben yorum yazacagim diyordum ki, f.f. benden hızlı davranmis..

keira hanim su siralar sık sık karsimiza cikmaya basladi. sanirim kendisini gormeye devam edecegiz.

oyle veya boyle margotto hanim, telefonunuzu unutturacak kadar sizi kendinizden gecirdiyse, izlenir bu film. hele ki zaman zaman kim olduğunu unutup, sonra hatırlamayı sevenler için ideal diyorsanız, tadından yenmez.

bir de bu leziz yazilarinizi nasil daha sık okuma sansina sahip oluruz? :)

daldan dala atlayan bir yorum oldu ama idare ediverin artik, ben su siralar kim oldugunu unutanlardanim..

hera dedi ki...

biz buyuduk, beverly hillstekiler yaslanmis, oyle mi:) sen margotcum, bu cocuklari zaten HIC sevmemissin ki.. (bknz: ne kadinlar sevdim zaten yoktular

Margot dedi ki...

F.F,
Evet benim de öyle kendini bilmez hallerim olmuştu :) Hillary de kıl payı kurtulmuş aman aman!
Turuncu,
Evet bu hanım kızımız yükselişte, bu filmde kendisini takdir ettim doğrusu. Yazılara gelince elimizden geldiği kadar sık yazıyoruz daha ne yapalım Sevgili Turuncu :) Şaka bir yana çok sağolasın. Yalnız bu blogger resim olayını ne zaman halledecek bilen var mı? Bir sonraki yazım da çok güzel yemek fotoğraflarım olucak, olmazsa olmaz :)
Hera'cım,
Bu çocuklar kendilerine film boyunca yaşlandık biz diyolar. Onlar için başkaları da yaşlandınız diyor. Yani bu benim tabirim değil :)Ayrıca ben bunları niye seveyim canım, o zamandan kıldım işte bunlara, yeri geldi içimi döktüm :))

Adsız dedi ki...

şimdi dayak atan kız modası var fena halde. artık kadınlar intikamlarını kendileri alıyor. biz de ne gerekiyorsa öğrensek iyi olur.aikido vs...

misir dedi ki...

bi' de çizgi film vardı boyle. Adı hollywood yaramazları mı neydi, gercekten lüzumsuz bi çizgi filmdi. Bi de richie piç var tabi unutulmaması gereken...

Margot dedi ki...

Esperanza,
Sen seç birini ben sana uyarım :)
Mısırcım,
Hatırladım hatırladım! Gayetten köyüdü hakikaten, büyümüş de küçülmüş olmaları daha bir gıcıktı!
Riçi'yi pek hatırlamıyorum bak?