Salı, Nisan 25, 2006

Nehir, Kayıkçılar ve Koçları Hakkında...

Bütün kayıkçılar, yani biz, hepimiz, bu nehirden geçtik. Bazılarımız başka kayıkçılar olarak bu nehre yeniden geldiklerini iddia etseler ki bilemiyorum ne kadar doğru. Bilmediklerim hakkında atıp tutmaya ne kadar bayılsam da, size ancak bildiğim kadarını anlatabilirim. Zira biz de nehir gibiyiz. Olduğumuz kadarız işte…

Ben mesela, bir zamanlar küçük bir kayıkçıydım. Genel geçer kurallarda, kendi kendini oyalamaya vakıf bir çocuğun büyüdüğünde iyi bir kayıkçı olması gerekse de benim fış fış ritmimi yakalamam biraz zaman aldı. Aslında ukalaca bir cümle kurdum. Sanki yine her şeyi biliyormuş gibi konuştum. Fış fış ritmi hayatta en zor şey aslında. Bunu yakaladığını iddia etmek de fazlasıyla burnu büyüklük olur. Şöyle düzelteyim hemen, fış fış ritmini bulduğum zamanlarım oldu ve o günden beri küreklerimi bu ritimde çekmek için dikkat ediyorum.Her zaman olmuyor tabiî ki. Ama olduğunda fark ediyorum bu ritmi.

Ailemdeki diğer kayıkçıların hepsi de cesur insanlardı. Dı dedim çünkü çoğu ile tanışamadım. Dinlediğim kadarıyla anneannemin annesi ve babası gelmiş geçmiş en güzel ve trajik aşklardan birini yaşamışlar. Bu uzun bir hikâye aslında bir ara anlatırım. Zira kürek çekerken en sevdiğim şeylerden biri de hikâye anlatmak ve şarkı söylemektir. Hele şu fış fış kayıkçı anlarımda ses bile çıkarmadan şarkı söyleyebilirim. Bu anı anlatmak zor, hani uzaklarda bir kuş bir dala konduğunda ve o dal bir iki üç kere sallandığında, senin fış fış ritmin de üç sayar mesela. Anlatması zor işte, ama Allahtan anladığını biliyorum. Bu her kayıkçının bildiği bir şey sonuçta. Anlatma şekillerimiz farklı o kadar. Aslında ne kadar kayıkçıyla tanışırsan, o kadar hikaye dinlersin. Neyse nerde kalmıştık? Evet ailemdeki güzel kayıkçılar ve onların unutulmaya yüz tutmuş hikayeleri.

Nehir böyle bir şey sanırım. Küçükken kocaman, ürkünç ve hatta azgın bir canavar gibi üzerine üzerine geldiğini sanırsın. Sonra biraz büyüyünce kafa tutma dönemlerin başlar. Tam efelenecekken alabora olursun, falan feşmekân. Bu nağmeleri çok dinlemişsindir de demem o ki, bizim aileden de nehre kafa tutan çok olmuştur. Ama pes eden de bir o kadar çoktur ne yazık ki. Anneannemin babası mesela, o kadar güçlü kuvvetli bir adam olmasına rağmen büyük anneannemin ölümünden sonra ancak bir ay dayanabilmiş. Dedemiyse çok küçükken atmışlar nehre, kendi kayığını bulacak diye yıllarca didinmiş. Ama hala her yere koşuşturmasını hatırlarım, anlattığı masallarda aklımda, onları hele hiç unutmadım.
Annemse daha bacak kadarken bulmuş ve sarılmış kayığına, ama neden sonra çıkan bir fırtınada sürüklenmeye başlamış. Ben ne zaman konuşsak keşke bırakmasaydın derim, hariçte durduğum yerden gazel okuyarak. Ama o her şeyi benim için yaptığını anlatarak bütün gazellerimi sus pus eder. İçimden keşke kendin için de kürek çekseydin anne derim ama asla yüzüne söyleyemem. İşte bundandır belki de, ne zaman bir akıntı bulup dalmak istesem tereddüt ettim. Akıntıya karşı asılmaktan korkan halim belki de genetiktir dedim. Ama sonunda buna bir çare bulmam gerekti. Çıkardım o hisleri, hepsini saydım teker teker. Korkuyorum Anne filmindeki gibi. Sağ cebimden çıkardım, sol cebime geçirdim, küçükken kullandığım kayığı böylece tamir ettim ve yola çıktım.

Neyse bizim ailede hikaye çok ama o kadar şarkıyı bir kerede ardı ardına dinlemen için sana bir kaset çekmeliyim. Onu da ilerde yaparım inşallah. Şimdilik geçenlerde kayıkta sallanıp dururken duyduğum bir hikayeyi anlatayım sana. Hikaye uzak şehirlerden gelen Nehir Koçları hakkında. Bu koçlar sen nereye kürek çekeceğini karıştırdıysan, yönünü bulmada sana yardım ediyorlarmış. Öyle diyorlar. Kayığa zıplayıp, ucuna oturuyorlarmış ve kürek çekeceğin istikamete fener tutuyorlarmış. Bu güzel bir şey elbette. Sen yolu belleyince de hemen kayığından atlıyorlarmış başkasına koçluk etme zamanı geldi diye.

Ne benim ailemde, ne de ben küçükken böyle koçlar yoktu elbette. Böyle bir şeyin olduğunu bile yeni duyuyoruz. Biz ne zaman korksak, ya annemize ya da beraber büyüdüğümüz çocuklara gideriz. Ben hala öyle yaparım mesela. Onlar bilir benim kolumu da mecalini de. Ama hiç kimse bana fış fışı öğretmedi. Ailemde kimse fış fışı birinden öğrenmedi. Bu ritmi sana ne ailendeki eski kayıkçıların unutulmuş ıslıkları, ne annenden dinlediğin ninniler, ne kayıkçının küreği, ne de diğer çocukların cömertliği öğretebilir. Bu belki de nehirde bulman gereken tek şey. Ama ola ki nereye bakacağını bilmiyorsun, belki fenerli bir nehir koçu sana yardım edebilir.

Bütün uzak ülke filmlerinde seyrettiğimiz bu fenerli kişiler aslında yabancı değil bize. Hatırlarsanız o filmlerde mutlaka bir tane koç, bir tane de kafası karışmış zeki çocuk mutlaka bulunur. Farzı mahal: Karate Kid’deki Kid, Good Will Hunting’deki Will, Million Dollar Baby’deki Baby, Cosby Ailesi'ndeki Rudy gibi…

Ama benim fış fışımı dinlerken bildiğim, bu nehirde her sabah güneş doğar. Her akşam güneş batar… Hiçbir kuş ötüşünü başkasıyla karıştırmaz. Hiçbir balık ters yöne yüzmez. Tıpkı nehir gibi. Hepsi oldukları kadardır işte.

Kayıklarının ucuna kimseyi oturtmadan nehirde ilerleyen ailem beni bu çağa kadar getirdi. Ama hem nehri hem kendini çok dinleyen her çocuk gibi, benim de anlatacak çok şeyim birikti…

7 yorum:

terskose dedi ki...

Öyle güzel bağlamışsın ki... Yazı da nehir gibi olmuş "fış fış"ı tutturmak çok zor olmadı bi çırpıda okudum. Kendi nehrim geldi aklıma. Eline sağlık

Su dedi ki...

Ben sana, sen bana "vay bee" dedirttiriyoruz. Iyi ki ugramissin, iyiki ugramisim.. FIsh FIsh ritmi cikolatali suflenin kivami gibi.. Bu aralar ritmi kaybetmemek zor benim icin..

Hikayelerini merak ediyorum!!! Anlatsana? Lutfen?

JTB (JourneyToBlue) dedi ki...

öyle güzel yazmışsın ki.. bir an kendi ritmimi, nehirde nerede olduğumu ve aslen nereye gitmek istediğimi düşündüm yine...

Adsız dedi ki...

"sakin sular derin akar
nerede bu liman hey yalnızlar
çek küreği bildiğin yere,
bildiğin yere...
yeter, yeter
herşey gününde biter
yaşamak bile bazen güzel
çokça kötü, sıkça beter

sakin sular her zaman
her zaman derin akar"

Kesmeşeker

Margot dedi ki...

Yorumlarınız için çok teşekkürler komşular :)
Şu sıralar, işte bir projeye daldık kafamı kaldıramıyorum, dergiye bir yazı verdim -beni artık kandırmazlarsa -yayımlanmasını bekliyorum, blog sayfamı da istediğim şekilde güncelleyemiyorum maalesef :( Ama kaşla göz arasında napıyorsunuz diye bakmaya gayret ediyorum. Bir de bunlar yetmezmiş gibi nezle oldum!
Çiçekli elbise giyip, ayaklarımı uzatmak istiyorum artık Noolur !! :)

Adsız dedi ki...

Bazılarımız değil nehirde, durgun bi gölde demir atmış sağlam ve güvenli bir kayıkta bile huzursuz hisseder kendini. Böylelerinin bırak boğulmaktan ,birazcık ıslanmaktan bile ödü patlar.Bazılarımız ise kayık felan olmasada atar kendini nehirin deli sularına ,sadece kaderini gerçekleştirmek için. İyi bişeyler olmasını umanlar değil ,ne olacağını merak edenlerdir atlayanlar. Hayatım boyunca hiç bir zaman huzur yada mutluluk arayan biri olmadım , fış fış ritmini de...
Hislerini paylaşmasamda yazını yine büyük bi zevkle okudum , ve yine anlatımına hayran kaldım zuz..

thealph@yahoo.com dedi ki...

"aslında ne kadar kayıkçıyla tanışırsan, o kadar hikaye dinlersin."

çok güzel sayın margot, bizim de unutulmaya yüz tutmuş hikâyelerimiz var. siz de anlatmaya devam ediniz.