Salı, Aralık 20, 2005

Kaneviçe gibi işlenen ömürler

Kendi uğraş alanlarında gerçekleştirdikleri sonuçtan aldıkları ‘zevk’, o uğraştan kazandıkları parayı harcarken alacakları ‘zevk’ten daha büyük olanlar çok daha RENKLI ve ZENGIN bir ömürle geçecekler yaşamdan...
Çetin Altan
Pazar akşamı televizyon kanalları arasında gezinirken David Attenborough'un hayatını konu alan ‘Life on Air’ isimli belgesele rastladım. Sir David’in mesleğinde 50’inci senesini kutlaması şerefine hazırlanan bu programı nefes almadan seyrettim diyebilirim. Peki David amca 50 senesini ne yaparak geçirmiş de belgeselini yapmışlar diyecek olursanız,çoğunlukla belgesel çekerek diyebilirim kısaca...

David Amca daha çocukken doğaya merak salmış. Deniz kenarlarında gezer, elindeki minik keskiyle taşları ikiye ayırır ve içinden çıkan fosillere hayranlık duyar, onları biriktirirmiş. Adam olacak çocuk olduğu daha o yaşından belli olan David Amca, daha sonra Doğa Bilimleri okumuş Cambridge’de. Buradan mezun olduğunda bir radyo programcısı olmak amacıyla BBC’e başvurmuş. BBC’den gelen yanıt şöyleymiş: Eğitiminizden ve ilgi alanlarınızdan çok etkilendik fakat sizin bu birikiminizi radyoda değil daha değişik ve yeni bir mecrada; Televizyonda (!) denemek isteriz. Ve televizyon modern insanın hayatına yeni yeni girerken, David Amca da maceralarla geçecek ömrüne merhaba demiş. Önce Batı Afrika gezilerine çıkıp oradaki doğal hayatı, timsahları, onların beyaz dişlerinin kara boyunlarını süslediği yerlileri, yerlilerin dans ederken yaptıkları figürleri incelemiş ve bunları siyah beyaz bir belgesel olarak modern hayat kutusunda yayımlamış. Yakışıklı ve laf baz David Amcada ayrıca şeytan tüyü bulunduğundan televizyonda hızla ilerlemiş, belgesel dışındaki bir sürü programdan ve yıllardan sonra BBC Genel Direktörü olmuş. Ama onun işi bu değilmiş ki. O komik pantolonunu giyip dünyada herkesin gidemediği, herkesin merak etmediği, herkesin cesaret edemeyeceği yerlere gitmek için varmış ve bu emelini bir takım elbiseye satamamış. Basmış istifayı ve gönlünün sultanı belgesellerine geri dönmüş. Burada şöyle diyor. Ben yapmak istediğim işi başkasının yaptığını görmeye dayanamazdım, gitmem gereken o yerlere başkalarını benim yerime yollayamazdım, öyle kıskanırdım ki, istifa edip özlediğim hayata geri dönmeden yapamadım. Evet seneler sonra özlediği, tutkuyla bağlı olduğu hayata geri döner David Amca. Ne de güzel yapar, o olmasa hayatta seyredemeyeceğimiz, merak etmeyeceğimiz, başkası anlatsa sıkılacağımız onca şeyi getirir, salonun orta yerine koyar. Bitkilerin nasıl büyüdüğünü, yarasaların nasıl uçtuğunu, bir kuşun yuvasını çiçeklerle nasıl süslediğini anlatır yavaş yavaş. Doğanın gerçeğini anlatır masal gibi... Bir de güzel anlatır ki sormayın gitsin!

Ekranda daha önce hayran olduğumuz belgesel kareleri ardarda arz-ı endam eylerken, ne kadar dolu dolu, ne kadar olması gereken, en önemlisi ne kadar içine sinen bir hayat yaşadığını görüyoruz. David Amca komik bermudasıyla Antarktika’da, David Amca Sahara’da, David Amca yağmur ormanlarında. Bir penguene bakarken, gorillere el ense çekerken, katil balinaları seyrederken, kızgın bir deniz aslanından kaçarken, kendilerinin üç katı yeşil yaprakları taşıyan karıncaları seyrederken, David Amca bizim gidemediğimiz yerleri, bizim göremediğimiz hayatları bize anlatırken...David Amca kendi renkli ve zengin hayatını kanaviçe gibi işlerken... David Amca yapması gereken değil, yapmaya bayıldığı çok açık olan işinin başındayken!

Geçenlerde bir kitabın kapağının arkasında yazıyordu. Keşke burada neden olduğumuza dair bir küçük not kağıdı verseler elimize doğarken. Böylece hayatta ne yapmamız ve kim olmamız gerektiği hakkında her kafamız karıştığında açar o kağıda bakardık ve hiçbir şey bu kadar karışık olmazdı. Hakikaten öyle, böyle bir kağıdımız olsaydı eğer, şimdi ne yapacağım hissine biraz bile kapılsak hemen hatırlar. A eveeet, doğru ya! Der, devam ederdik, manası apaçık elimizde yazılı olan hayatımıza.

Ama maalesef öyle bir torpille gelmedik. Bizim aklımız biraz fazla karışıktı, etraftan da biraz ittiler kaktılar, kendimizi bir yerlerde bulduk işte. Sadece bazılarımız bunu sezecek kadar şanslıydı ve kağıtta yazanları merak ederek,manasının ardından gidebilecek kadar cesaretliydi. David Amca gibi, Çetin Altan Amca gibi, Oğuz Amca gibi, Kaptan gibi ve daha niceleri gibi...

Aslında, illaki Antartika’yı incelemek zorunda değiliz bu kağıdı okumuş gibi renkli ve zengin yaşamak için. Bir volkandan çıkacak lavlar yüzünüzü aydınlatmasa da olur. Bu sadece benim bilgin amcalarımdan biriydi. Ama düşünsenize bizim işimiz ne ise, ne ise yaparken mutlu olduğumuz, içinde kendimizi unuttuğumuz, bittiğinde gururla takdim edilen şey her ne ise... İşte onunla ilgilenmek de aynı derecede aydınlatır yüzümüzü. Peki biz onu yapsak hayat nasıl olurdu? Hayatta en öncelikli amacımız, parmağımızın ucundan çıkanın kalbimizle bağlantılı olması olsaydı eğer, bence her şey biraz daha farklı olurdu.

Harika bir marangoz olmak, harika bir ekmek fırınının olması, harika çiçekler yetiştirmek, harika bir hayat için bence en gerekli şeylerdir. Zira küpe niyetine kulaklara takılması gereken, bu hayatta kazandığımız paraları harcarken geçirdiğimizden çok, çalışırken geçirdiğimizdir ömrümüzü. David Amca kadar çabuk uyanamamış olabiliriz duruma, ama en azından kendimizi unutup gitmedik ve unutanları da her yazımızla dürtmeyi huy edindik(!).

14 yorum:

Adsız dedi ki...

İşte süper akıcı bi yazı daha...
Bunun benim için ne kadar özel olduğunu biliyo musun? Son günlerimizin top konusu bu...
Bazı insanlar sana yol göstermek için girerler hayatına...
O yalnızca dostundur başlarda, dert ortağın, sen üzülünce üzülen, sevinince sevinen...
Şimdi bi de yoluma ışık tutuyosun, beni karanlıktan çıkarıyosun...
Sen ne tatlı bişeysin, ne iyi bi dostsun...

Layık olmaya çalışıciiim, pek yakında dostum pek yakında....

Margot dedi ki...

Beni utandırıp durma, konu komşu içinde :)

Adsız dedi ki...

Gerçekleri sölüyorum niye utanacakmışsın ki...
Onlarda bana hak verecek göreceksin...

Ozgur Gercek dedi ki...

merhaba margot, ben petek'e kesinlikle katiliyor, %100 destek veriyorum, eline ve klavyene saglik :)sen yaz ve bizler de okumaya devam edelim. benim ressam olma sansim pek olamasada bu saatten sonra sen yazar olma sansini pek kacirmamisa benziyorsun.hersey gonlunce olsun.

Adsız dedi ki...

Merhaba Margot,

Arkadaslar tamamen hakli.
Bence de Tijen Inaltong'un 'Olmak' yazisi ve senin bu yazin, harika!

Sevgiler

ycurl dedi ki...

Margot,
sen her yazinla unutanlari durtmeye devam et. Yazilarini okurken cok keyif aliyorum. Bencilce bir istek olabilir ama sen yazmaya hep devam et gozumuzden kacan senin yakaladigin detaylar hakkinda.

Margot dedi ki...

Sevgili Prenses,
Sağolasın, resim tutkunu bırakma bence, ressam olmana gerek yok ama sevdiğin işten vazgeçme. Senin de gönlünce olsun herşey.
Sevgili Jale,
Teşekkür ederim, umarım birazcık olsun kafa karıştırmıştır :)
Sevgili Ycurl,
Sağolasın, benim de böyle bir misyonum oldu nedense, yoldan çıkarma misyonu:)

Adsız dedi ki...

Fakat ulkemizin insani David Amca gibi sansli deyil hayatindaki sevdigi meslegi yapabilme yada secebilme konusunda.

Eskiden beri aileler cocuklarinin ne olmasina karar vermistir yada universite sinavina girerken sirf adi universiteyi kazandi okudu densin diye istemedigi alandaki bolumleri bile yaziyor gencler.

Hatta Cem Yilmaz'in bunun uzerine bir espirisi var, diyorki: 'capa tip fakultesindeki ogrenciye sordum bu senin ilk tercinmiydi diye, hayir ilk tercihim insahat muhendisliydi dedi, simdi bu cocuk ameliyat ederken akli hep cimentoda olacak'. Gerci simdi burda yazilinca pek espiri gucunu yitirdi ama soylediginde komikti.

David Amca'nin sansi iste cocuklugundan gonul verdigi birseyi hem ogrencilik yilarinda okumus hemde sonra universiteyi bitirince bunu yapsin diye para verilerek yasamini sevdigi isle kazanmis. Tabi sonra belli bir kariyere gelip ve parayada doyunca tekrar gozu gormeden istifa edip masa arkasi yerine kamera arkasina geri donebilmis.

Keske ulkemizde insanlar ceplerindeki paralar yada duvarlarindaki diplomalardan dolayi saygi gormeseydiki insanlarda zorla daha cok para yapayim diye gece gunduz calisip yada duvarima bir diploma asayim diye sevmedigi bolumlerde bile okumak zorunda kalmasaydi.

Amerikada insanlar o soyledigim 2 seyden siniflandirilmadigindan burdaki insanlar korkmadan hayalerinin pesinden gidebiliyolar.

Margot dedi ki...

Sevgili Cem,
Haklısın, benim de dediğim gibi kafamız çok karışık, karıştırılmış. Çocukken neye ilgimiz,yeteneğimiz,tutkumuz varsa gözardı edilmiş. Kendimizi bir yerlerde buluveriyoruz işte seneler sonra. Bence çocukları daha sağlıklı yönlendirecek, onlara değişik bir bakış açısı getirecek,onları özgür bırakacak bir eğitim sistemine ihtiyacımız var. Mesela ben üniversitede edebiyat yazmalı mıyım diye sorduğumda edebiyat hocası sakın yazma demişti. Ben de fazla asi değildim, ne dendiyse onu yaptım. :) Çocukların kim olduklarını anlamalarına ve kendilerinden korkmamalarına yardım edecek öğretmenler ve okullar lazım. Böylece ne biz mesleğini seven insanları kaçırmış oluruz ne de onlar kaçırmış olur hayatlarının fırsatını.

Sibel dedi ki...

Teşekkürler Margot, iyi ki tanıdım seni...

Adsız dedi ki...

Margot sanirim gunumuz Turkiyesinde artik iyice bi zor cocuklarin/genclerin istedikleri mesleklere yada hayata kavusmasi cunku gunumuzde cocuklarin eline veriyorlar bir pc ve pc oluyor cocuklarin arkadasi yada at yarislari gibi kurstan kursa tasiniyor cocuklar daha cocukluklarini bile yasiyamadan bakiyorlar universitedeler. Gunumuz cocuklarina zaten ben buyumuste kuculmus diyorum.

Senin hoca'nin olayi aklima Halle Berry'i getirdi. Bilirsin ilk defa Oscari kazanan zenci oyuncu. Oscari aldigindan beri her konusmasinda oturur kalkar surekli lise'deki tiyatro hocasina tesekkur eder beni tesfik etigi icin diyerek. Ulkemizdede eminim bu tur sanatcilar vardir ama ulkemizde pek emege ve aydinlarimiza saygimiz olmadigindan o tur tesekkurleri pek duymuyoruz sanirim.

Unknown dedi ki...

Oguz Amca, Atay olan mi acaba? Merak ettim, cevaplarsan sevinirim. Zira bu konuya uyabilecek bir eylemde bulundugunu biliyorum, insaat muhendisliginden yazarliga terfi.

Margot dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Margot dedi ki...

Sevgili Gökhan,
O zamanlar Atilla İlhan'ı ve Oğuz Aral'ı aralıklarla kaybetmiştik. İkisinin kaybına da çok üzülmüştüm ben zira bendeki yerleri ayrıdır. Ondandır, bu yazıda ve diğer bir kaç yazıda onlara gönderme yapıyorum. Oğuz Atay'la ilgili aldığım ilk yorum değil bu ama ben Oğuz Aral amcamı kastetmiştim.
Sefgiler,
Margot