Salı, Ekim 04, 2005

Kitap ruhun gıdasıdır, hele sonbaharda...

İçimde anlatılacak bir şeyler var, kafam kaşınıyor yine, avucumun içi kaşınıyor. Klavyenin üzerinde gezdiriyorum parmakları, retinamdan içeri girmiş bu düşünceler zamanında, orda belli ki başkalarıyla halvet olmuşlar, parmaklarımdan salıveriyorum onları, parmak uçlarımdan..

Ne zamandı, ne kadar zaman önceydi bu kabuğumun içinin baldan tatlı gelişi; Bilmiyorum. Belki sonbaharın başladığı günlerden biriydi, belki yatağa düştüğüm sıralara denk gelir, şimdi hatırlamıyorum. Bu yazı yazmak işi ha deyince olmuyor onu biliyorum, hadi bir fıkra anlat da gülelim demek gibi. Kötü bir şaka gibi geliyor bana yazsana denince... Gözlerimden beynime zamanında bir yolunu bulup da gidenler, zamanı gelince çıkıyorlar parmaklarımın ucundan, onun zamanına ister ilham dersiniz, ister kaşınma, zamanı gelmeden yazınca sera sebzeler gibi oluyor yazdıklarım. Oldurulmuş, olmuş değil... Ondan her yazı tadında olsun diye, bu şıralanma mevsiminde ben de bazı turşular kuruyorum kafamda elbet. Bırakıyorum sonra.. Zamanı gelsin de size açayım kavanozu, hamur kabarmadan yoğrulmuyor zira... Baştan savma olmasın yazdıklarım, başımın içinden olsun, kıvamlı olsun..

Evdeki tadilatlar bitti, laminantların kokusu hala göz yaşartıyor. Karşı komşular taşındı bu arada. Zaten tanımazdım ama pencereden karşıya bakınca boş bir daire insanda bir tenhalık,ıssızlık duygusu yaratıyor.. Ben de kendi evim tenha olmasın diye kitapları yerleştirmeye başladım. Okuduklarım, okuyamadıklarım, yarım kalanlar, kapağı açılmamışlar.. Neden sizin her gün çoğalıp, bu evi zapetmenizden korkmuyorum da tam tersi siz böyle her yanı sardıkça benim de içime bir huzur yayılıyor? Neden sizin tozunuzu almaktan gocunmuyorum da bir bulaşık yıkamak dünyanın en angarya işi oluyor? Nedir okunduktan sonra bir kenara atılmamanızın nedeni? Neden sizin için bu evde zaman hiç geçmiyor?

Ben çocukken büyüdüğüm evde de bir kitaplık vardı, belki ondandır.

O zaman belki aklım ermezdi ama sonra içindekileri hatırladıkça içim acıdı. Hemingway vardı, Sait Faik kolleksiyonu vardı ( uzayıp giden ince uzun, mavi kitaplar dizisi), Klasikler vardı ki ben onları pek sevemedim o yaşımda, Aziz Nesin vardı, sonra Sefiller, Guguk Kuşu... Bunlar bir çırpıda aklıma gelenler, küçük retinadan beyinciğe zamanında sızanlar, kimbilir gözden hangilerini kaçırdım.. Bunların hepsi ve daha da çoğu bir su baskınında heba oldu, hiç bir şeye bu kadar üzülmedik o zaman. Hamur haline gelen kitaplarımızdan başka.. Belki de ondandır, şimdi her birine gözüm gibi bakmam. Onlar tertemiz dizildikçe mutlu ve huzurlu olmam.

Okunanlar, okunacaklar.. Beynimin kenar süsleri.. Siz de bir zamanlar birilerinin retinasından girip parmaklarından çıktınız, siz paha biçilmez deneyimler, hayaller, yatırımlarsınız. Her birinizin zamanı ayrı, mevsimi başka. Siz benim ruhsal danışmanlarımsınız, siz benim hayat arşivimsiniz,siz benim havalı kelimelerimin tavan arasısınız, siz benim ağaç evimsiniz. Ne kadar uzarsanız, ne kadar dolanırsanız köşeleri o kadar iyi.. Çünkü bazen insan dışarıda korkuyor, çünkü insanın bazen içi kanıyor, kafası kaşınıyor..

Belki bir kitapçı olabilirdim size olan bu düşkünlüğümün neticesi , ama ben sizleri o kadar çok sevdim ki , sizden bir tane bırakmak isterim kitaplıklara. Parmaklarından o kadar çok güzellik akmış, retinalarımızda güller açtırmışların anısına, benim parmaklarımdan bir kaç satır da değsin, güzel insanların retinalarına...

12 yorum:

mtlda dedi ki...

Hemingway, Sefiller ve Sait Faik de klasiklere girmiyor mu?

Tijen dedi ki...

margo'cuk,
sana bir koca paket gönderiyorum. almis farzet.
içinde;
mardin tursusu
mardin badem sekeri
antep fistigi
antep bastigi
antalya süzme yogurdu
antalya serpme böregi
sili sarabi
kitap olarak daaaa
ne göndereyim?
hah buldum, çikolatanin gerçek tarihi.
ayrinti'dan.
her türlü durumu çözer atar.
cif gibi mübarek.
burada limonlar, portakallar yesilden sariya, turuncuya dönmekteler.
ne zaman gelinecek??
tijen

Donna Quijote dedi ki...

Hmmm Margot, hani olur ya, tijen'in bu davetine icabet edemezsen haberim olsun, senin kiligina bürünür düserim yollara. :)

Oya Kayacan dedi ki...

Bakalım ne zaman katılacaksın kitapçı raflarına. Öyküler denesen diyorum. Başı kıçı belli şeyler yazmak zor çünkü, atlasan bir o eşikten... Ne dersin? Haydi haftaya bir öykünü okut bize, sonra da öbür haftaya ve de öbür öbür...

Okunmuş kitaplar, ah onlar ah... Uzun upuzun yıllar sırtımın kamburuydu o kitaplar. Bir gün bana geldiler!!! Kümeledim hepsini oturup. a) bir daha hiç okunmayacaklar, b) içimde acaba okunur mu duygusu bırakanlar, c) zor verilecek klasikler, d) kolay verilecek klasikler, e) referans, f) eşin dostun bana imzaladıkları, g) babamın kütüphanesinden kalanlar, h) İngiliz ve Amerikan Edebiyatı gibi bazı okul kitapları okul kitapları...
Tahmin edersin, bana e,f,g,h kaldı. Diğerleri kolilerle sandıklarla verildi, başka beyinleri aydınlatmaya, başka ruhları ferahlatmaya gitti.
Sevgiler sana...

Doruk dedi ki...

Benim de küçükken evdeki tek hazinemdi babamın kitaplığı. Onbeş yaşıma dek ne varsa okumuştum içinde. Hatta o aralar geçirdiğim ağır depresyonu, sevgili psikiyatr, erken yaşta okunan Camus ve Sartre kitaplarına bağlamıştı:) Evlenirken de bir çoğunu aşırdım canım babamdan. Şimdi de her gidişimde bir, iki tane atıyorum çantama. Ne yapayım onlar benim çocukluğum, gençliğim. Hem biliyorum babam da müthiş mutlu oluyor bundan. Beni kitapla ilk tanıştıran o nede olsa.
Bu arada Oya'ya katılmamak elde değil. Sevgilerimle.

Margot dedi ki...

Sevgili Siyaz,
Umarım onun da sıkıldığında içinde kaybolacağı bir kitaplığı olur ilerde..:-)
Sevgili Mathilda,
Haklısın onlar da klasiklere girer, ama ben şu Klasikler Dizisi ismiyle yayımlanan kitaplardan bahsediyordum. Klasikler değil Klasikler Dizisi demem gerekirdi. (Bunların içinde hep aynı isimler olur ya Dostoyevski,Balzac,Tolstoy gibi) Sefiller ve Hemingway'i ayrı kitaplar olarak hatırladığım için, kapak görüntüsüne göre saymışım :-)
Sevgili Tijen,
Sen bir tanesin! :-) Böyle bir paketi alıp da sevindirik olmamak mümkün mü? Hemen kalkıp geliyorum, neredeysen buluyorum seni!
Sevgili Donna,
Böyle bir daveti kaçırır mıyım hiç? Ama merak etme aynı koliden bir tane de sana yaparım döner dönmez :-)
Sevgili Oya,
Bunu yapmaz isem kendimi herşeye yabancı hissediyorum. Başka çarem olsa belki yazmazdım :-)
Sevgili Burcu,
İnsanın elinin altında bunca gizemli(!) hazine olunca en az bir tanesinden başlıyorsun kendini kaptırmaya. Ondan insan okuduğu kitapları etrafında bulundurmalı, davetsiz misafirlere tuzaklar kurmalı :-)
Neyse ben şimdi Tijen'e gidiyorum, lafa tutmayın canım :-))

uykusuzadam dedi ki...

Çocukken, annem doğumgünümde kendi hediyemi kendim seçmem için beni dışarı çıkarmıştı. Oğlan çocuğu olarak kendime hemen tabancalı, kemerli, rozetli bir şerif takımı seçmiştim. Annem, o akşamüstü vakti, kitapçıda sakin sakin benimle konuşarak beni o seti bırakıp yerine "80 Günde Devrialem"i almaya ikna etmişti.

Aslında bu konuda yazacak çok şeyim varmış :)

Dur, ben bunları kendi siteme yazayım :)))

mor-benekli-kara-kedi dedi ki...

sen bunu yazana kadar ara ara aklıma gelirdi ama senin yazınla pekişti... Bir keresinde, hayatla ilgili beklentilerini, ailelerinin mal varlığı ile sınırlayan yaşıtlarımın konuşmalarına tanık olmuştum. Eve gelince sinirli sinirli annemlere aktarmıştım. Annemler bir süre konuştuktan sonra "bizim sana bırakacağımız
,kitaplarımızdan başka birşeyimiz yok, ama bu koca kütüphane senin" demişti. Babalarının alacağı ev veya arabanın hayalini kuranlara çok üzülmüştüm o gün.Bu tamamiyle yetiştirilme şekilllerimizle alakalı birşey.
Okumayı ise hala çok severim.
sevgiler

Margot dedi ki...

Sevgili Çiğdem,
İnsanın içinden geliyorsa kitap okumak, etrafında okunacak kitaplar olması kadar güzel şey yok! Hele de hayal kurmayı seven bir çocuk için bundan şahane bir tesadüf(!) düşünemiyorum. Ben bütün masalları okumuştum nerdeyse, sonra Tomasina diye bir kitaba geçmiştim. Kediyi öldü sanıp gömüyorlar, ama hayvanceğiz toprağı kazıp çıkıyor, sonra da kendini ölümsüz sanıyor budala! Bu kadar detayla ne yapacağım bilmiyorum ama silmeye de kıyamıyorum kafamdan :-)
Uykusuzcum,
Yaz yahu yaz! :-) Süper kitaptır o , dün akşam da filmi vardı televizyonda.
Sevgili Mor Benekli Kara Kedi,
Hoşgeldin, sefalar getirdin. Bizde koca bir kütüphane sele gitti maalesef! Ama biz kitaplı çocuklar çok şanslıyız yine de. Sele gitmeyecek, kimsenin çalamayacağı şeyler var kafamızın içinde! ( Çok Amelie'ce oldu biliyorum!!)

YesilErik dedi ki...

Galiba zincirleme reaksiyona sebebiyet vermissin Margot :) Ben de Uykusuz'un yazisini gorup cocukluk anilarima bir donus yasadim. Ne guzel, esinleniyoruz boyle birbirimizden demek ki.

Adsız dedi ki...

bir de göre göre yitirilen kitaplar vardır. bilirsin öyle olacağını, şüphelenirsin, ama birşey yapamazsın kimi zaman. tanıdığındır, arkadaşındır, dostundur, "olmaz" diyemediğin zamanlar olur, alır götürür, kitabı, senden bir parçayı. sorarsın arada çekinerek, kırmamaya özen göstererek. vardır bir bahane, gelmez bir türlü geri.
yine kötü şeyler geldi aklıma, unutamamışım bir türlü. arkadaşlarla paylaşılan bir evden, onca zaman boyunca biriktirmiş olduğunuz onlarca kitap, çıktığınız yaz tatili sonrasındaki geri dönüşte, alıp gitmişse başını, birileri tarafından, kim olduğu bilinmeyen(!) birileri tarafından, ...
hala aklıma geldikçe acıtıyor üzerinden geçen 12 seneye rağmen.
(her eski kitapçıya girdiğimde bakıyorum hala, ilk sayfasına düşülen notlardan tanırım hepsini, var mıdır acaba yolu buraya düşmüş olan diye:))
bunları hatırlattı bu blog, yazmadan edemedim.

Margot dedi ki...

Sevgili Yeşilerik,
Güzel oldu böyle.

Sevgili Pinhanarcat,
Haklısın. İnsanın içi burkuluyor düşündükçe. İmzalattıklarına mı yanasın, düştüğün notlaramı.. Neyse hepimizin böyle bir yarası var demek ki, fazla kaşımayalım. Senin o arkadaşlara da çok teessüf ettim(!)