Çarşamba, Eylül 21, 2005

İstanbul Güzel Kuşum, Ben Sana Vurulmuşum...

Mesai saatleri sona doğru yaklaşırken, artık ne kadar da çabuk akşam olmaya başladı diye düşünüyorum. Zaten bugün gazetelerde yetkililer bizi soğuk ve yağışlı havalara karşı uyarmışlar. Uyarsanız ne çıkar çok sevgili yetkililer, yetkiniz sadece uyarmaya yetiyor zaten , var mı bu sonbahar hüznüne dur diyecek bir otoriteniz? Yok. Yani felaket tellalı demiyorlar da yetkili diyorlar ona kızıyorum. Yetkililer vatandaşları su baskın ve taşkınlarına karşı uyardı. Yani bak rezil olacaksınız demedi demeyin şeklinde bir yaklaşım..
Yetkili dediğiniz sevgili komşular, sonbaharı geciktirecek formüller üzerinde çalışmalı, pastırma yazlarına yatırım yapmalı, evleri yüksek yüksek tepelere kurmalı ama nerde böyle yetkili? Bakın teee Amerika'larda bile yok böylesi , onlarda yoksa bizde nerde olsun? Hiç olacak şey mi??

Sonbahar gümbür gümbür iktidara koşuyor. Yetkililer uyarmasa, siz şöyle pencereden bir uzatsanız kafanızı zaten bir garip olursunuz.. Havalar şimdiden serinledi, çabucacık kararmaya başladı, yapraklarda sarı tonlar hakimken, vitrinler şimdiden cekete, şala sarındı. Şimdi uzaklara kaçıp gidenlerin şehri özleyip dönme zamanı. Bu şehirde yaşanan en güzel mevsim geliyor. Bu şehre belki de en çok yakışan..

Herkes de biliyor bunu, ondan şimdiden bir telaş bir telaş. Bienal başladı geçen hafta. Bu seferki Bienal'in konusu ''İstanbul :Bir metafor, bir öngörü,yaşanan bir gerçeklik ve esin kaynağı.''imiş. Beyoğlu ve cenahlarına bir gününüzü ayırırsanız tüm mekanları arşınlama imkanınız var. Daha önceki dağılmış ve karmaşık mekan ve tema seçiminden sonra (bakınız :Şiirsel adalet teması) bence Beyoğlu ve çevresinde, İstanbul gibi içimize işlemiş bir tema çok daha yalın, daha vurucu ve daha düz ayak.. Bu kadar güzellik yapmış bir şehir için geç bile kalınmış bir güzellik... Uzun lafın kısa kollusu ben bu temaya bayıldım, Beyoğlu'nda olmasına daha bir bayıldım, sevinçten havaya sıçrayıp potinlerimi birbirine çarptım!

E sonra Film Ekimi var. Lars Von Trier'den üçlemesinin ikinci filmi :Manderlay, yine kışkırtıcı bir filme benziyor..Fransa'dan Kalbim Bir An Durdu, konusundaki çelişkilerle merakımı celb etti, bir diğeri : Gel Arkadaş Kalalım; İçinde Gérard Depardieu olmasından mıdır, yoksa dostluk üzerine güzel şeyler söylemesinden midir bilmem daha konuyu okurken beni gülümsetti, serin havalardan birinde gidilecek diye aklımın bir yerine çengellendi.

Eh, bunların yanında tiyatrolar da yeni sezonu açıyor, Şehir Tiyatroları Ekimde perde açarken , İstanbul Devlet Tiyatrosu da onu takip ediyor olacak..Sumru Yavrucuk'u çok sevdiğimden Leenane'nin Güzellik Kraliçesi'nde seyretmek istiyorum.

Yani komşular etraf yağmur ve de çamur, grip de zaten kapıda, depresyonlardan hangisini seçsem diye düşünmeyin. Bakın İstanbul'da kazan hep kaynıyor.. Ruhunuza Sütiş'te içilen sıcak bir tavuk çorbası kadar iyi gelecek bir sürü şey var bu şehirde. Çok da yakışıyor sanat bu şehre canım, pek de yakışıyor..!

petite poisson: Ekipmanım olsa bu yazıda fon müziği İstanbul'da Sonbahar olacaktı. Akşama doğru, azalırsa yağmur, Kız kulesi ve Adalar...

11 yorum:

Oya Kayacan dedi ki...

Margot'cum, alt katlardaki commentlerden pek fazla anlam çıkaramıyorum ama sen bir harikasın. Zaten de böyle yazar olunuyor bildiğim kadarıyla. Önce kafanın içi kaşınıyor, sonra karşına bir kağıt kalem çıkıyor ansızın. Beyaz olması şart değil, temiz olması da... Yeter ki yazacak boşluklar olsun kıyısında köşesinde.

İstanbul'da sanatla bunca koyun koyuna ne güzeliz değil mi? Bu komprime notların da çok iyiydi.

Başkaaaa? Ne yaşanmışsa güzeldir beee. Hadi bir düşünelim mesela; günün birinde, bir daha sağlıklı yaşama geri dönülmeyecek bir yerde olsak ve de o "amma da beter" dediğimiz bir anı gelip konuşlansa beynimize. Yaşamak istemez miydik o beteri sağlıklı halimizle, yeniden?

Sen yaz yeter ki, commentler olsa da oluuuur, olmasa da...

Sevgiler...

Margot dedi ki...

Oya'cığım,
Sabaha bu kadar güzel bir yorumla başlamak inan içimi aydınlattı. Sağolasın, varolasın! Kafanın içi kaşınıyor benzetmesini çok sevdim, yazmak hakikaten biraz öyle bir şey...
Yalnız yorumlar hakkındaki sorunu anlayamışım? Yorum yazan elemanların bazılarıyla başka bir dil konuştuğumuzdan (bakınız Petrekcan ,Chukie vs) bazen dışarıdan dinleyenler pek anlam çıkaramıyor dediklerimizden, acaba öyle bir şey mi??
Onun dışında her blog yazan komşumun yorumuyla seviniyorum ama bir gün hiç yorum gelmese ben yine ıslık çalmaya devam ederim gibime geliyor.. Neden dersen, daha önce hiç bir şey bu kadar doğru gelmemişti de ondan...

uykusuzadam dedi ki...

Eee peki ben şimdi bunları okudum, bana tavsiyen nedir Margot ? :))

Margot dedi ki...

Uykusuzcum,
Sana tavsiyem burnunun dikine git, kimsenin tavsiyesini falan takma:-)
E zaten sen yükselmişsindir ruhani olarak bizim tavsiyelerimiz uygun düşmeyebilir ;-) Bekliyoruz sohbet neticelerini, hani nerde???

Doruk dedi ki...

Tam da dün öğlen işten kaçıp Beyoğlu'nda sürttüm iki saat kadar. Tünel'den çıktım ağır ağır yürüdüm, öylece bakındım sadece, birkaç kitapçıya girip kitap kokladım, İnci'de profiterol. İstanbul tadını çıkartırsan güzel.
Bu arada Bienal'in Karaköy Tünel'de olan
bölümünü kavrayamadım ben. Yardımcı olabilecek biri var mı? Önümdeki gri çirkin binanın üstüne yeşil florasan lambalarla "NEW PEACE" yazmışlar. Tam önünde de metalden bir yol var yazıya doğru yükselen. Ben bazen salak oluyorum işte böyle, hiçbirşey anlatmıyor o mekan ve o yazı bana.

Oya Kayacan dedi ki...

Tamam tamam, yorumlar konusunda yani... Düşündüm de gençliğimde ben de öyleydim, mi ne:-) "Biraz zorlanıyor yani sözcükler," demek istedim. Elemanlara ayıbettim.

Margot dedi ki...

Burcucum,
Çok iyi etmişsin,ben de geçen hafta bütün iyi hislerimle kalkıp Beyoğlu'na gitmeyi düşünürken, yatağa yapışıp kaldım. Grip darbe yaptı! Bildiğim kadarıyla Karaköy Tünel çıkışında Bankalar Sokağı'nda var, bu hafta bir dünya gözüyle görücem inşallah. Haa bu arada ben de modern sanattan çok anlamam. Mesela bomboş bir odada, ortaya metal ne idüğü belirsiz birşey koyuyorsun sanat oluyor, orda biraz takıntılıyım aslında..

Oyacım,
Etmedin etmedin, merak etme :-)

YesilErik dedi ki...

Bu yazinin ustune bana gene uzaktan "sniff sniff" yapmak kaliyor. Sniff, sniff, böhüüüü :(((

hera dedi ki...

margot,
icim yumusadi, pek ilik yazmissin, ya da ilik gibi yazmissin (ilk ilikda "ii"ler "i" degil, noktasiz) -zorlama buna derler!

nirem dedi ki...

bugün benim de birkaç mekan görme şansım oldu bienal kapsamındaaa. modern sanat hakkında seninle benzer şeyler hissettim. en çok da garibaldi binasında olan ingilizce "konuşamayan" adam bizi kahretti..

Margot dedi ki...

Sevgili Burcu,
Gazetede okudum , o senin gördüğün yayalara yönelik sanat akımına dahil bir esermiş.. Bu akım dahilinde Hollanda'lı sanatçı John Bey, alternatif yaya yolu tasarımlayılayıvermiş. Özel alan, kamusal alan arasındaki ayrımı belirten bu çalışma bu iki alana alternatif 3.bir alan tasviri imiş!! Hollanda'dan John abimize selam ederim de benim asıl bayıldığım Karaköy'deki katlı otoparkın altıncı katına dev harflerle BU DA GEÇER YAHU! yazılması, Karaköy rıhtımında da GEL KEYFIM GEL yazan banklar varmış. Kim yapmışsa işte, ellerine sağlık ben burdan nerelere giderim de neyse onu da başka blog da anlatırım ;-))
Yeşilerikcim,
Yapma yahu, Koyubeyaz'ın canı çekecek diye yemek yazılarında , Yeşilerik, Deniz, Donna şimdi duygulanacak diye de İstanbul yazılarında aklıma gelmiyorsa bak ne oluyim :-)
Heracım,
Hoşgeldin tekrar, çay içerken yazıyorum bunları kulakların çınladı mı?
Nirem,
Aramıza hoşgeldin, senden sonra ben de şifayı kaptım sonraki blog konusuda kaçınılmaz revir izni oldu. Modern sanat konusunda sanırım her Bienal'de biraz daha antremanlı (!) olacağız :-))