Pazartesi, Ağustos 22, 2005

Otostopçular'da inicek var !


Gün geçmiyor ki bir neşriyat daha gösterime girmesin (Bknz Dikkat Şahan Çıkabilir). Bunlardan ilki ve bence en nadide olanı : Bir Otostopçu'nun Galaksi Rehberi'ydi. Tabii bunu söylerken size absürd ve manyakça mı yoksa gerçekten nadide mi gelecek bu film onu bilmiyorum, deli cesaretim ile alıyorum bu riski.
Uzun zaman önce elime mini mini bir kitap geçmişti , Douglas Adams'ın kitabı. İlk önce manasını çözemedim. Daha o zamanlar mana çözme peşindeyim, her şeyde istiyorum bir mana olsun. Efendim lafı uzatmayayım, mevzusunu kısaca özet geçmek gerekirse , Arthur kardeşimiz bir sabah kalkıyor ki iş makinaları gelmiş evinin önüne, meğerse Arthur'un evi otoyol güzergahında kaldığından yıkılacakmış. Tam bu habere üzülecekken yakın arkadaşı Ford Perfect geliyor ve 'Dostum, on dakkaya kalmaz dünyanın sonu geliyor, ben de zaten uzaylıyım' diyor. Yani meselenin burdan ucunu tutarsanız zaten absürdlük denizinin kıyıları görünüyor, öyle değil miii? Velhasıl uzaylı kardeş haklı çıkıyor ve tam dünya patlak çatlak yusyuvarlak olacak iken, geçen uzay gemilerinden birine, baş parmağa takılan bir yüzük vasıtası ile otostop çekiliyor, dünya yok oluyor ve bizim arkadaşların maceraları başlıyor. Filmin konusunu şöylece bir anlattıktan sonra bu filmi (ondan önce de kitabını) neden nadide bulduğumu açıklamak isterim:

Öncelikle her şeyle ama her şeyle dalga geçtiği için. Evrenle, varoluşla, dünyanın yaratılışıyla,inançlarla, insanın zekasıyla, hayatın anlamıyla( tabii varsa) ve tam anlamıyla her şeyle.. Bunu o kadar güzel, o kadar zekice, ve sevimlice yapıyor ki, film bende bir hınzırlığa hayran oluş hissi yarattı.

Galaksi'deki her şeyi anlamlandırma telaşındaysanız, açıyorsunuz rehberi, mesela bakıyorsunuz aşk için ne diyor. Aşk : Mümkünse kaçının.. Anlamlar emrinize amade, cevaplarla beraber. Ama tek bir şartla, Panik yok :-)

Ufak detaylar bazen şeyleri ve içinde bulundukları evreni nadide yaparlar bildiğiniz gibi. Mesela uzay gemisindeki kapıların iç geçirme sesleriyle açılması, mesela kulağınızın içine koyduğunuz ve onun yardımıyla her uzaylı vs'nin dilini anlayabildiğiniz tercümeci balık, ekmeği hem kesen hem kızartan bıçak, manik depresif robot vs ...

Sonuçta filmden çok gülerek ve filmi çok severek çıktım. Hayatın anlamını da çözdüm, 42'ymiş!

Gelelim sevgili ikinci filmimize : Charlie'nin Çikolata Fabrikası.

Bu filmi de çok sevgili Jhonny Depp için ve çocuk filmlerine olan açıklansa da bir şey ifade etmeyecek hayranlığım için seyrettim. Etrafta bir sürü Oompa Loompa (küçük boylu yaratıklar) olmasına rağmen, salonda kendimi yabancı hissetmediğimi de belirteyim.
Charlie'nin Çikolata Fabrikası harika başladı. Charlie fakir bir çocuktu ve annesi babası, iki büyük anne ve iki büyük babasıyla , küçük bir kulübede yaşıyordu. Willie Wonka ise ( Dear Jhonny Depp) dünyaca ünlü Wonka çikolatalarının sahibiydi ve fabrikasında tek başına yaşıyordu. Uzun zaman önce, fabrika çalışanlarından biri casusluk yapıp çikolataların sırrını rakiplere sattığından beri fabrikasını herkese kapatmıştı. Herkes çikolataların sırrını merak ediyordu, taa ki bir sabah çikolataların içindeki beş biletle fabrikaya beş çocuğun davet edileceği duyulana dek. Tahmin edildiği üzere bu beş çocuktan biri bizim gariban Charlie oluyor ve büyük babalarından biriyle ( ki amcacım en az çikolatalar kadar tatlı) fabrikayı görmeye hak kazanıyor.

Efenim bundan sonrası görsel efekt. Çikolata fabrikasında akan çikolata şelaleleri, şekerleme ağaçlar, uçan asansörler, böğürtlene dönüşen veletler vs.. Biraz fazla kör gözüme parmağım, aman da ne kadar cancanlı bir lunapark! Malesef ki ne malesef , film bir sahne dışında ( 2001 Uzay Macerası'na atıf olan sahne gerçekten muazzam güzel olmuş) pek illa ki görmelik bir film değil. Tabii ki Oompa Loompa'lar sevecektir ama ben yine de onlara iyi çocuk olmanın ne kadar önemli olduğunu anlatabildiğini sanmıyorum Tim Burton Amcanın. Ya da bana Charlie iyi bir çocuk olmasına rağmen, sadece diğer bastıbacakların veletlikleri yüzünden koskoca fabrikaya kondu diye öyle geldi. ( bknz o kadar kolay değil herşey, yalan söylemeyelim çocuklara).

Sonuçta bu sevgili filmimiz de Jhonny Depp ne kadar muhteşem oynasa da, harika başlayıp öyle bitiremeyen filmlerimizden olmuş maalesef. Özellikle o sondaki Willie Wonka !Willie Wonka! diye söylenen akıllara zarar şarkıyla finale de tüy diken filmimiz beni hayal kırıklığına uğratmış olduğundan, bunu bilir bunu söylerim.

12 yorum:

YesilErik dedi ki...

Cok guzel ozetlemissin Margot. Ben Hitchhikers'in kitabini okumadigim icin filmden pek zevk alamadim dogrusu. Ozgun bir film olarak biraz agir tempolu geldi bana ama islenen gariplikler yine de hosuma gitti. En cok da depresif robotu sevdim :)

mono dedi ki...

ben bayıldım o robota, hele işin şikayet edip, bilmem ne kadar zeka kapasitesine sahip bi robota verdikleri işe bak bıdıbıdıbıdı yapıyodu ya, kendim geldim gözümün önüne, ilk işe başladığım yıllarda çektiğim fotokopiler için ettiğim bıdıbıdılar geldi, pek hoşuma gitti :)

Adsız dedi ki...

Valla canım arkadaşım Margotla "Hitchhikers guide to the galaxy" filmine beraber gittik..
Aslında akşamı film öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırmak gerekirdi de neyse...
O gece zaten muhteşem bi dolunay vardı dışarda...Sanırım sıkıntılarımızın çoğu ondan kaynaklanıyordu...Filme girmeden önceki modumuz buydu yani...
Film esnasındaysa ben,Margot ve Emreden başka çok gülen olmadı- nedense...
Tam bize göre bi filmdi...
Biz ikimiz zaten çoğunlukla başkalarının gülmediği şeylere katıla katıla güleriz ve etrafımızdakiler çoğunlukla hiçbişey anlamaz...BU da bizim tarz bi filmdi...
Öperim canım arkadaşımı...
:)

Margot dedi ki...

Sevgili Yeşilerik ve Pınar,
Galiba en çok sevilen karakter manikdepresif robot. En fazla insan duygusu (!) eklenen robot benzese benzese böyle bir şeye benzer işte demiş Douglas Amca ki bence de doğru demiş :-)

Petrekim,
İyi ki doğdun, iyi ki aynı saçma sapan şeylere gülüyoruz zira çok az şey var dünyada saçmasapan olmayan. Doğum günün kutlu olsun!

dedi ki...

ufak bi düzeltme haddim olmayarak. ford perfect değil, prefect. makara ise şurada; ford prefect dünyaya ilk geldiğinde dikkat çekmeyecek, yaygın bi isim seçer kendine. fakat malum, ford bi otomobil markasıdır. prefect ise, kitabın yazıldığı tarihlerde piyasaya sürülmüş olan yeni modelin adı.

Margot dedi ki...

Sevgili Gölgeli Mavi,
Öncelikle hoşgeldin!
Düzeltme için de teşekkürler,acaba bu hikayeyle ilk geldiğinde arabaları da bir yaşam formu sanıp, tokalaşmaya çalışmasının bir bağlantısı olabilir mi ne dersin :-)

Tijen dedi ki...

burada oldugum için üzüldügüm bir tek konu oldu yaz basindan beri: çarli'nin çikolatalariyla askini izleyemiyorum. bakalim ne zaman izleyebilecegim??
tijen

Margot dedi ki...

Üzülmeyesin Tijencim,
O kadar da kaçırdığına üzülünecek bir film değil bence, ama zaten daha kaçırmış da sayılmazsın?

Gün dedi ki...

Sahan dedin beni bitirdin,hastayım be o adama, hasta :))

Margot dedi ki...

Sevgili Aşk Böcüğü,
Hoşgeldin sefalar getirdin. Şahan'ı biz de seviyoruzz, başarılar diliyoruz ,genç,komedyen kardeşimize! :-)
ps: Blog'un da hayırlı uğurlu olsun demeden geçmeyeyim.

Adsız dedi ki...

MARGOT THE KRALİÇE ÇARİÇEM :))

Belki ilk comment bırakan ben olacaktım ama ya teknik yetersizliklerden ya da teknik yetersizliklerimden olamadı. Ama azimli sıçan taşı delermiş işte sonunda yazıyorum.

Ekranıma bölüm yöneticimiz dik dik bakıyorken ben son 30 dk'dır senin yazılarını okuyorken sandım ki seninle hasbıhal halindeyiz. Hatta seninle hasbıhalden daha zevkli yazılarını okumak. :)))

dedi ki...

yok yok, Ford'un tek derdi son derece yaygın bir isim seçebilmek. zaten rehber de tüm otostopçulara bunu öneriyor.