Pazartesi, Şubat 02, 2009

Pandora'nın Kutusu


İstanbul’da nasıl da yalnızız, unuttuk mu hiç?
Unutmak üzerine kurulu zaten herşey ve hiçbirşeyi unutmakta o kadar zorlanmıyoruz artık biz.


Hayatımın belli zamanlarında yaşayıp unuttuklarımı Alzheimer hastası bir teyze vasıtası ile hatırlayacağım hiç aklıma gelmezdi. O cingöz mavi gözlerindeki pırıltı sanki bir ikaz ışığı gibi, bir hipnoz topu gibi, delilikle dâhilik arasında yanıp söndü film boyunca. Elinden tutulup “ Anne sakın bir yerlere kıpırdama, burada dur e mi?” diye tembihlendikten sonra arkanı döner dönmez sıvışan ( belki diğer çocuklarla yağ satarım bal satarım oynamaya dalmıştır) bir çocuk o ama bir yandan da hayatın en sıkışık en arapsaçı, en sancılı anında birden en basit ama en derin lafı iki kelimeyi birleştirip ediveren bir bilge aynı zamanda.

Sizin de çocukken benim gibi bir anneanneniz olduysa eğer, bu filmi seyrederken unuttuğunuzu sandığınız hatıralar birden gelip aklınıza konuveriyor… Bütün o Haliç boyunca gezmeler, güneşli havalarda bir banka oturup, iki sevgili dost gibi gülüşmeler, vapur seyahatleri, İstanbul’un başından eksik olmayan o arsız martı çığlıkları, eski dik yokuşlarda birbirine sırtsırta yaslanan mahalleler…

Birbirine karışan, çocukluğun o yumuşak sisi arasında bir belirip bir kaybolan bütün o resimler. Eminönü’nde balık ekmek yemeler, caminin önünde kuşlara yem atmalar, beyaz plastik kutusunda Koska nane şekeri, Uçan Kaz, uçan martılar, uçan beyaz bulutlar. Hayalimde canlanan manzarayı seyrediyorum beyaz perdede ve anneannem o teyze oluyor, o teyze anneannem.

O çocuk da benim, benim çocukluğum. Anneannenin çocukları var sonra üç tane. Onlar da şimdiki biziz. Büyük ablanın kontrol deliliği, ortanca kızın aşağılık sevgilisine duyduklarını ısrarlarla aşk sanması, erkek kardeşin o herşeyin dışında kalmış, herşeye ve herkese sırtını dönmüş, küsmüş, gücenmiş hali… “ Ben hiç kimseyi terk etmedim” derken kendince tutarlı olsa da belki de değil. Anneannenin oğluna dediği gibi: “ Bana arkanı döndün, hayata arkanı döndün, yetmez mi?” Yeter işte. Herkes birbirine arkasını dönmüş, ta ki Pandora’nın kutusundan mavi gözlü bir cin çıkıncaya kadar. Herkes unutmuş, ta ki torun hatırlayıncaya kadar.

Film boyunca şehre yüzünü döner anneanne. Şaşkın, anlamaz gözlerle pencereden bakarken dışarıya, şaşkın ve ürkektir. Ama sokakları adım adım arşınlarken cesurdur ve mutludur. Vapurda, güneşe yüzünü döner oturur. Haliç’teki o bankta gülümseyerek denize bakar durur. Beyaz saçları güneşte parıldar. Canı isteyince kıkır kıkır güler, canı istemezse öldür billâh ellettirmez kendini. Öyle bir kadın işte, dağına dönmek isteyen, ‘bari bunu unutmayayım’ diyen bir kadın.

Biz çoktan unutmuştuk bir sürü şeyi oysa. Her gün bir apartmanın, bir plazanın, bir keşmekeşin tepesine tekrar tekrar çıkıp inerken…

5 yorum:

engindeniz dedi ki...

O kadar güzel ve samimi bir dille atlatmışsın ki filmi çok merak ettim.En kısa zamanda izlemeye çalışacam.Sevgiler..

Margot dedi ki...

Merhaba Engindeniz,
Film bence çok güzel ve samimi bir film olmuş. Çok bizden, çok tanıdık insanlarla, yerlerle, hislerle dolu. Ne kadar anlatabildim bilmiyorum ama bir kişi daha fazla bile izlese kardır benim için. Sinemaya hem günümüzü, ilişkileri, böyle güzel anlatan hem de bu kadar samimi bir film gelmiyor her zaman.
Umarım sen de beğenirsin.

Sevgiler benden.

Demet dedi ki...

İzlemem gerek,listeye alayım :)

Adsız dedi ki...

Daha önceden de methini duymustum fakat izleme sansim olmamisti. Bu postu okuduktan sonra ben de tekrar listeme aldim. saol margot.

Adsız dedi ki...

Kaçıranlar için: Bu hafta Taksim Yeşilçam sinemasında oynuyor...
http://www.yesilcamsinemasi.com