İçten içe çeker olduğum o stres, bana bronşit olarak geri mi döndü acaba? Aldığım notlar kenarları kıvrık sayfalar halinde kitabımın arasında dururken işte bunu düşünüyordum. Biraz önce hazır bir hap daha yutmuşken, o nadide notları çıkardım ve okudum. İçimde birden bir şeyler esti. Bir sayfa açtım ve yazmaya başladım. Aldığım notları çok da fazla değiştirip hikâyeleştirmeden ( samimiyetini fazlaca bozmadan ve antibiyotikli ruh halimi bu işe bulaştırmadan ) buraya aktarmak istiyorum, birkaç güzel, iç açan fotoğraf da altalta dizelim ki, renkli resimli olsun bu fotoroman.

Datça ve Gu-guuuk-çuk!
Gözümün gördüğü şeyler, elimle dokunduklarım, tattığım lezzetler ve etraftaki tüm kokular değişti. Ağustos böceklerini, kumruların o nazik sesleriyle guguşlamalarını, rüzgarın ağaçlarda ve çalılarda çıkardığı o sesi, dalganın sahile foşşş diye vurmasını duyuyorum. Devamlı bir esinti ve serin gölgeler içindeyiz ilk günlerde. Kaldığımız otelin ağaçları, çimenleri, çiçekleri devamlı salınıp dururken, bastıbacak Kıfkıf’ın küçük kulağı, esen rüzgarla bir yaprak gibi titriyor. Hamakta sallanıyorum, bütün o yollardan sanki yüksek mi yüksek bir kaydırağın tepesinden kayar gibi geldim. Buraya, bu hamağa düştüm. Dağların arasındaki bir sürü zeytin ağacından birinin dibine. Hooop burdayım! Böyle bir yerin varlığını o kadar unutmuşum, hayalini bile kuramamışım, o kadar dalmışım ki şehrin göbeğindeki o sonsuz sıkıntılı işlere, gerçek dışı bir yerdeymişim gibi sersemce bakınıyorum etrafa. Gerçek gibi gelmiyor nedense hiçbir şey, tatili hala bir hayal sanıyorum ilk günlerde.
Gözümün gördüğü şeyler, elimle dokunduklarım, tattığım lezzetler ve etraftaki tüm kokular değişti. Ağustos böceklerini, kumruların o nazik sesleriyle guguşlamalarını, rüzgarın ağaçlarda ve çalılarda çıkardığı o sesi, dalganın sahile foşşş diye vurmasını duyuyorum. Devamlı bir esinti ve serin gölgeler içindeyiz ilk günlerde. Kaldığımız otelin ağaçları, çimenleri, çiçekleri devamlı salınıp dururken, bastıbacak Kıfkıf’ın küçük kulağı, esen rüzgarla bir yaprak gibi titriyor. Hamakta sallanıyorum, bütün o yollardan sanki yüksek mi yüksek bir kaydırağın tepesinden kayar gibi geldim. Buraya, bu hamağa düştüm. Dağların arasındaki bir sürü zeytin ağacından birinin dibine. Hooop burdayım! Böyle bir yerin varlığını o kadar unutmuşum, hayalini bile kuramamışım, o kadar dalmışım ki şehrin göbeğindeki o sonsuz sıkıntılı işlere, gerçek dışı bir yerdeymişim gibi sersemce bakınıyorum etrafa. Gerçek gibi gelmiyor nedense hiçbir şey, tatili hala bir hayal sanıyorum ilk günlerde.


Milli takım maçları tatilin olmazsa olmazı. Ama bir türlü Atv’nin şifresini kıramıyoruz, gelip giden çocuklar internetten bakınıyor, sofra kurulmuş heyecanla bekliyoruz. Yok, şifre o kadar sağlam ki kırılmıyor. Milli maçı Yunanca seyrediyoruz.



Burası Fevzi’nin Yeri… Datça’da bir aile lokantası, sokak arasında ama buraya gelen herkes bir şekilde duyuyor. Bakın şimdi siz de duydunuz. Masadakileri de yazayım da tam olsun:
Şevketi bostan, çintar mantarı, Rum peyniri, mürekkep balığı yahnisi, balık köftesi, yavru enginarlar, koruk otu, ahtapot yahnisi, cevizli zeytin, salyangoz (!), sarı yanak istavritler (lüfer boyunda), dondurmalı naneli incir tatlısı ve nihayetinde Türk kahvesi.


Akşam yine kutlanacak bir şeyler var. Bu sefer hamsili, şakalı, gürültülü bir kutlama. Tellibağ şarap. Komşunun bahçesinden toplamış patlıcanların közde çıkardığı nefis kokular, sarımsaklı ıspanaklar. Suratlar hafif kızarmış, gülümsemeler sanki pembeleşmiş, herşey sanki artık renklenmiş gibi…


Bizim de ayrılma zamanımız geldi zaten. Son gecelerden birinde sahildeyiz. Dolunay pırıl pırıl, sanki bütün Datça’yı, denizi, sahili, zeytin dolu tepeleri aydınlatan bir japon feneri gibi gökyüzünde asılı. Havlulara sarınmış şezlonglarda yanyana yatmışız. Yıldızlar aydınlıkta görünmüyor, deniz şıpırtısı ile uyuyorum. Uyanınca sanki gerçeği bırakıp hayale dalacakmışım gibi geliyor. Burada her şey artık o kadar gerçek ki, uykumda hüzün basıyor beni.

9 yorum:
Şiir tadında yazdıkların Margot, kendimi senle aynı rüyayı görmekteymişiz gibi hissettim. Gerçek dünyamız ne kadar canımızı yaksa da, içimizi burksa da, mecburuz yılın çoğu zamanını orada, böyle azcığını rüyada geçirmeye ve o rüyanın anılarıyla bir yıl idare etmeye. İşte senin yaptığın gibi, o kısacık zamanı güzel fotoğraflara ve muhteşem cümlelere dönüştürmekle hafızalarda silinmez izler bırakabilecek bence, ne güzel böylesi... Çabucak iyileşmeni diliyorum Margot'cuğum, geçmişler olsun sana.
okurken ben de datca'daydim sanki, yaptiginiz herseye ortaktim. sen neden boyle az yaziyorsun margot? yoksa sen az yazdigin icin mi guzel oluyor yazdiklarin? yok oyle degil bence ama boyle guzel yazarken neden daha sIk yazmiyor diye geciyorum icimden. o en olduk, en bayagi anlar/durumlar bile guzellesiyor senin anlatiminla.
inan, okudum ve icim acildi. sagol. sevgiler cokca
hala Datça'ya gitmeyi başaramadım ama umarım bir sonraki tatilde. otelin adı nedir acaba?
Ay ne sıkıcı! Çok sıkılmışsındır oralarda. Bir daha gitmek istemezsin sen şimdi. Doğru muyum?
Sevgili Dgül'cüğüm,
İstikrarlı bir şekilde düzelmiyorum, bir gün iyi bir gün daha az iyi şekilde seyrediyoruz. Datça'yı pek sevdim ben, sevilmeyecek gibi değildi zaten.
Müziciğim,
İstikrarla anlaşamıyoruz. İsmi bile ben de bir okul müdiiresi hissi yaratıyor. Disiplin lazım, bendeyse hep bir kaçaklık var, yazıdan bile kaçıyorum bazen. Bir de uzun zamandır blog yazmanın verdiği bir kanıksamamı var acaba ben de? Bilmiyorum. Yaz mevsiminin getirdiği atalet? Hepsi olabilir.
Elimden geldiğince çok yazmalıyım diyorum ama sonuçta her gün yazmak için bir türlü söz veremiyorum işte... Sevgiler bol kepçe ;)
Acemi,
Umarım bir gün gidersin. Otelimizin adı Olivegarden, Küçük Oteller Rehberinde bulabilirsin.
Tijenciğim,
Çoook sıkıldım, streslere girdim, hastalar oldum. İstanbul'a ha döndüm ha döneceğim diye :)
ya deniz,ya deniz?
ay ay ay bu ne güzel bir tatil yazısı olmuş, tadı damağımda kaldı... sizin tatilinizin tadı benim damağımda kaldı, artık anla ne güzel yazmışsın...
Red rabbitim,
Deniz harikaydı. İçimiz gitti ama yüzemedik çok. Çünkü çooook soğuktu. Hem gittiğimiz tarih biraz erkendi hem de dediklerine göre Datça'nın denizi hep böyle soğuk olurmuş. Ben Akdeniz severim, şurup gibidir. Ama orada da böyle berrak su yok. İkisinin bir arada nerede buluruz acaba?
Sevgili Tekmen,
Hoşgeldin ve çok teşekkürler. Datça öyle güzel bir yer ki yazdırıyor işte :)
Bu arada sana ziyarete geldim bu sabah, epey gezindim. Yazdıkların çok hoşuma gitti, yine sabah sabah düşüncelere daldım. Şu plazanın camından uçasım, kaçasım geldi! :(
Yine beklerim.
hem nispeten ılık hem de berrak deniz olarak sana Adrasan Olimpos ve İğneadayı tavsiye edebilirim..İğneada istanbula yaklaşık 3 buçuk saat ve inanılmaz temiz suyu var ve kooocaaaamaaan ve boş bir sahili..Koş koşabildiğin kadar..Istrancaları tırmaıyorsun arabayla buraya gitmek için ..tertemiz bir hava..Aklında bulunsun.ama ben datçanın denizi için de çok övgü aldım..En yakın zamanda gitmek istiyorum hele sen pazarından ve yemeklerinden de bahsedince..Farz oldu benim için farz..
Yorum Gönder