Cuma, Nisan 18, 2008

Pazar mevsimi ve Vilmalar

Eskiden boyları bir karışı geçmeyen ve genelde pazarlarda satılan plastik bebekler alınırdı çocuklara. Bu plastik bebeklere hünerli anneanneler şapkalar, elbiseler diker, ucuza bol bol alınan ve çok sevilen bu bebeklerin gardıropları da bir hayli kabarık olurdu. O zamanlar Taş Devri’ni çok sevdiğim için anneannem bütün minik bebeklere (boyu bir parmakla bir karış arasında olanlara) Vilma derdi. Yani Vilmalar dendiğinde bu küçük bebekler manasına gelirdi. Her pazara çıktığımızda da bana mutlaka bir Vilma alınırdı. Pazara girer girmez Vilmam alınmazsa ortalığı birbirine katar, anneanneme pazar falan gezdirmezdim. Eğer Vilmaların nüfusu çok artmışsa, değişiklik olsun diye bir küçük karakaçan (ki plastik kulaklarından biri kopunca anneannem sonsuz yaratıcılığı ile erimiş muma şekil vererek ona kulak yapmıştı), yine plastikten korkunç sesler çıkartan minik bir akordeon, ya da en en kötü ihtimalle tercihen kırmızı ve minik avuç içime sığacak ölçüler içinde bir lastik top aldığımız da olurdu.

Pazar benim daha bebekken, yürümeye bile başlamadan arabamla gezmeye başladığım bir yer olduğu için, o zamanki gözlerimle gördüğüm ilk büyülü yerlerden biriydi. Nemli ve sıcak havalarda, tenteler altında gezinip durmak daha o yaşta kanıma girdi ve bir daha da çıkmadı. Bir seferinde anneannem yine beni almış, pazara çıkmış. Ben arabamda, kafamda fırfırlı beni olduğumdan da komik gösteren o şapka ile oturuyorum. Neyse, gezmiş gezmiş bir peynircinin önünde durmuş. Peynir seçerken sanki bir yandan da arabadan hışır hışır sesler geliyormuş. Bir bakmış ben kucağımda mayocudan (ç)alınmış bir adet naylon poşetinde mayoyu hışırdatıp duruyorum! O günden kırmızıyı sevdiğim belliymiş ve fakat o hangi mayocuydu nasıl buldu, gitti, geri verdi bilmem.

Ondan, bundan, bebekten, beşikten ya da her neyse ondan işte, pazarlara bayılırım! Doğuştan gelen bir yetenek gibi, gözümle, kulağımla, burnumla meyve seçmem işte bundandır. Ayşekadını iki parmak arasında çıtlatmalarım, kavun şap şaplarım, kıvırcık salatanın dantel dantel yumuşağını bulmak için çevirip çevirip bakmalarım hep bundan. Pazarı önce bir yukarı bir aşağı gezip, girişteki semizotu satan adam daha ucuzcuydu diye akılda tutmalarım, karman çorman bir tezgâhta, tepeleme yığılmış kimi defolu onca kıyafetin içine cengâverce dalmalarım da, kesin bundan!

Oysa kimileri sevmez pazarı. Kalabalık, yorucu ve gürültülü bulanlar vardır. Bense bu her türlü raconunu ezberlediğim bu minik panayırın içinde elimde simit ya da mevsimine göre süt mısır, kolumda sudan ucuza bulduğum için kendimle gurur duyduğum ganimetlerimle dolu pazar çantamla büyük bir neşeyle yürürüm bir aşağı bir yukarı. Sindire sindire, ayaklarıma kara sular ininceye kadar, geniş tentelerin gölgelediği, sutyen takmış vodvilci pazarcıların çoraplarıyla üstüne çıktıkları tezgâhlarının arasında kendimden emin ve mutlu, dolanır dururum.

Bir görüntüyü bin görüntü, bir gürültüyü bin gürültü yapan, rengârenk bir kalabalıkla dolu bir çiçek dürbününün içine düşmüş de, bu halimden gayet memnun olmuşum gibi gülümserken gözüme avuç içi kadar bir şey takılır. Üzerinde biri delice komik gözlüklü, biri de tam anneannemin Vilmalarıma ördüğü modelde şapkalardan takmış, iki bebeğin gülümsediği bir cep aynası! İşte bu aynayı almamla, sevinmekten bir hal olmam bir olur, kaleydoskopun içindeki neşeli görüntüler dönmeye başlar, tıpkı bebekken kafamı kaldırdığımda etrafımın döndüğü gibi!

Bazı şeyler hiç değişmez. Ben değişmesini tercih etmediğimden belki de. Biz çok değişiriz ya, çok değiştiğimizi iddia ederiz. Ederiz de adamakıllı biraz düşünüp, neşeyle güldüğümüz o anın yaldızlı aynasına biraz daha dikkatli bakarsak kendimizi bacak kadarki halimizle görürüz. Mevsimler atlıkarıncada dönüp dururken işte, bizim için bahar ve yaz biraz da ondan, şenlikli pazar mevsiminin açılması demektir!

15 yorum:

dgül dedi ki...

Margot, Margot, haftanın, hele hele hic bitmezmis gibi uzayıp da uzayan Cuma'nın sonunda nasıl güzel bir yazıdır bu yine, öyle iç açıcı, öyle "pamuk sekeri" gibi ki, üzerimdeki tüm agırlık yok olup gittigi gibi, simdi bir de resmen gülümsüyorum sana bunları yazarken. Hayalimde canlanan o, Vilmalarından birine kavusmus kız cocugu, yasamın en güzel yüzü gibi... Iyi ki degismiyorsun Margot, degisme de zaten, hep böyle kal...Aynana da bayıldım biliyor musun, dilerim bir gün senle pazarda birlikte dolasmak kısmet olur. Ben de nasıl özgür hissederim kendimi pazarda, nasıl kahraman, her bir kösede kesfedilecek birseyler beni bekliyormus gibi gelir hep. Dolanır da dolanırım pervasızca.
Ama en cok, bir vakitler teyzemlere yaz misafirligine gittigimde kendi basıma gidip dolastıgım Kadıköy'deki Salı Pazarını özlerim. Ne ganimetlerle dolu bir kesif alanıydı orası.Sen bahsederken hep oralar geldi gözlerimin önüne. Ben yine cok konustum Margot'cugum, ama son bir sey daha söylemeden gecemeyecegim,
atlıkarıncada dönüp duran mevsimlere de bayıldım. Kocaman öpücükler sana benden...

endiseliperi dedi ki...

margot'cuğum, evet, dgül'e sonuna kadar katılıyorum: çok, çok güzel bir öykü bu. bayıldım, bayıldım, bayıldım!

Su dedi ki...

seni cok iyi anliyorum. Ne kadar da guzel bir yzi olmus ayrica. Arabalar, trenler, ucaklar boyle bir yzi yazdirabilir bana. Insanin cocukken cok zaman gecirdigi yerler, sonradan insanin kendini dunyadan soyutlayabilecegi yerler mi oluyor? Yollar bana aynisini yapiyor...

haklisin, Kuba'ya gitmeli, hem de Florida'ya donusmeden, gec olmadan.

Tijen dedi ki...

Ben de Colin Kazım'a hayranım. O ne uyuyuş öyle. Nasıl bir huzur...

Margot dedi ki...

Sevgili Dgül,
İnanılmaz sıcak bugün hava, bayılıcak gibi oluyorum bazen. Neden geldim bugün işe diye huysuzlanıp duruyorum, sanki biraz ateşim de var.
Bu yazıyı böyle içimin sıkıldığı zamanların bir kaçında aldığım notlardan çıkardım. Son halini yazdıktan sonra ben de senin gibi kendimi hafiflemiş ve gülümser buldum. Hatırlamak ve anlatabilmek hem de gerçekten anlatabildiğimi hissetmek keyiflendirdi beni.
Pazar gezmeleri ne güzel değil mi? Bana hep çarşamba pazarı gezmek kısmet oldu şimdiye kadar. Şu en büyük pazar denen Fatih çarşamba pazarını avucumun içi gibi ezberledikten sonra, semt değişikliği nedeniyle Yeşilköy pazarına dadandım senelerce. Çok da memnun kaldım :)
Bence pasajlar da bir tür pazar yeri. Mesela Atlas pasajının içindeki o hazine ganimetlerini dökmüş saçmış gibi tezgahlarını dışarı taşıran dükkanlar. Sonr Beyoğlu İş Merkezi'nin alt katları ve tabii ki gençliğimizin efsane mekanı Terkos :)
Umarım dediğin gibi günün birinde seninle de gezebilmek kısmet olur, ben gezerken dilim de açılır keyiften. Güler, eğlenir dolaşırız.
Sevgiler benden !

Margot dedi ki...

Sevgili Peri,
Senin bayıldım yazmalarına bayılıyorum :)

Saç tıraşı mevzuuna gelince; Yamyam'ın zoruyla filipsten bir makine aldık. Başlarda ben de çok ürktüm, ben ne saç kesmişim ki dedim, nasıl yaparım, yapabilir miyim? Sonra bir iki traş fiyasko olduu ya da ona teğet geçti :) Ama Yamyam ısrarlıydı, berbere gitmekten hiç ama hiç hoşlanmıyor. Neyse bu sanırım dördüncü ya da beşinci denemem olsa gerek ve artık kendime güvenim geldi, bir iki püf noktasını da keşfettiğin zaman hata yapmana imkan yok zaten. Bu iş için icat edilmiş makineler çok becerikli, senin biraz pratiğe ihtiyacın oluyor. Kaldı ki ben bile becerdiysem bu işi sen hayli hayli yaparsın!

Sevgili Su,
Beni ne zaman çocukluğumda kendimi kaybettiğim bir yere koysalar, kendimi yine kaybediyorum! Çok bir şey değişmemiş işte. Açık bir kitabın başında, kitapçılarda, tuhafiyelerde, pazarlarda, kırtasiyelerde, süt mısır kazanlarının başında, kedi yavrularını görünce vs... Bu da bir çeşit seyahat işte! Kendini unutma seyahati! Ve yapılmasında inanılmaz faydalar görüyorum ben :)

Küba'ya da gitmeli ki ah hem de çabuk dediğin gibi, hala daha Küba'yken gitmeli!

Margot dedi ki...

Makarna Kardeşim,
Colin Kazım çok komik bir kedi. Geçenlerde biz battaniyeye sarınmış film seyrederken, gitti içeriden kendi kırmızı battaniyesini sürükleye sürükleye getirdi! Benim neyim eksik yani diyor? Bir şeyi eksik değil çok şükür, biraz yaramazlığı fazla sadece! :)

Adsız dedi ki...

Selam canın senden bana bahseden Ufuk sinel ortak arkadaşımız o iletti blogunu bende beklerim sevgiler

celerone dedi ki...

Bayılırım ben pazarlara Margotcum. Belki karşılaşırız bir tanesinde.

Sevgiler

müzi dedi ki...

bir de pazar donusleri vardir di mi? canin cikmis bir sekilde, senin de dedigin gibi ganimetlerinle eve donersin, aldiklarini soyle bir etrafa sacar tekrar bakarsin ve bir yorgunluk cayi koyarsin. zafer yorgunlugudur hissettigin, sisen ayaklarini balkon demirlerine uzatmis cayini yudumlarken...
herkes gibi beni de bir yerlere goturdun, sagol margotcugum...

Oya Kayacan dedi ki...

Nasıl bayılmam böyle bir yazıya. Senin çocukluğundan benimkine gidip, bebeklerime kendi ellerimle diktiğim elbiseleri bile hatırladım tek tek. Bir yaygı yayardı annem terasımıza, manzarası şimdiki BJK Plaza Vogue olan terasa, uslu uslu oturur biçer diker giydirirdim bebeklerimi.
Pazar yerleri de takıntıdır bende malum. Renk ve kokularıyla gerçek şölen alanları.
Neşelendim vesselam, yaşanan 1 Mayıs hallerimize rağmen.

Margot dedi ki...

Merhaba Eda,
Ufuk Abimi pek severim, sağolsun bizi de tanıştırmış. Her zaman beklerim, ben de gelirim.
Sefgiler!

Sevgili Kadim Komşum,
Belki de karşılaşmışızdır, sen mesela gelip bana kaçaymış demişsindir ben de, aa durduğun kabahat der gibi bakıp, bir lira demişimdir. Gülümsemişsindir sen de, olamaz mı? :)

Sevgili Müzi,
Pazarın dönüşlerini de gezişleri kadar severim ben de senin gibi. Biz ( annem, anneannem ve ben) geleneksel pazar dönüşü kahvaltısı ile kutlarız ganimetlerimizi. Bu kahvaltı için öncelikle çay demlenir, yeni alınan domates, biber ve salatalıklarla çoban salatası yapılır. Yeni alınan peynir ve simitler çıkarılır. Sonra da ballandıra ballandıra, ayol o küpeyi nasıl bir milyona aldık? Biri sorarsa sakın çaktırma falan gibisinden muhabbetler edilir ve kikirdenir!!

Sevgili Oya,
Seni neşelendirebilmek çok sevindirdi beni, oh! dedim nefes verip rahatlar gibi. Bir amacım da sizi neşelendirmek zaten. Kendimi neşelendirirken o neşeden belki biraz da size bulaştırabilmek. Sanki bir şey bulmuşum da, ona bakıp gülümserken hepinizi gel gel dermişim gibi geliyor yazarken.
Bazı yazıların amacı bu, hepsinin değil tabii, dürüst umutlar taşıyan yazıların içinde bu heves gizli. Gizli cebinde...

1 Mayıs hallerinden bana da bulaştı. Bütün o boynu bükük, ah be ah bee, dedirten o haleti ruhiyelerden var bende, hem de kaç haftadır. Enseyi karartmayalım ama, aydınlık lazım bize.

Handan dedi ki...

sevgili margotto, bir yazımda sizden bahsettim; ilk elden haber vermek istedim.

http://handannkaleminden-handan.blogspot.com/2008/05/kendini-anlatmak.html

selamlar handan

Handan dedi ki...

yazarsınız belki...


http://handannkaleminden-handan.blogspot.com/2008/05/ekmece-ekmece-iinde.html

ışıl ışıl dedi ki...

Soğukla aranızın iyi olmadığını anımsıyorum ancak içinizin açılması için (nasıl olsa hava şu anda çok sıcak) şu adrese bir uğramanızı öneriyorum. Hem etrafınıza, gökyüzüne bakın, hem dinleyin, hem dinlenin. Kimbilir size neler düşündürür; kimbilir bize nasıl aktarırsınız:

http://www.panoramikistanbul.com/kar/yildiz.html

Sevgilerimle,