Pazartesi, Mayıs 28, 2007

Sevgili Günlük,

Bugün sıcak bir pazartesi, rehaveti aldım kucağıma ofiste oturuyoruz.

Sıcak bir pazartesi ve içimizden sıcak kumsallar geçiyor, şıpıdık terlikler, mahmurluklar, ama gerçeklerin tam ortasında oturuyoruz, buradan sahil görünmüyor henüz. Uzun zamandır yazamadım. Hayatın peşinden koşuyordum deliler gibi, sonra koşmaktan yorulup seriliveriyordum bir kenara. Koş, seril ikileminde yaşamaya bir süre daha devam edeceğim. Bu kıvamı tutturduk, gidiyor.

Annem Antalya’da, telefonda konuşuyoruz. Ayşekadın ayıklamak, bulgur pilavı pişirmek, verandalarda kahve muhabbetleri gibi şeylerden bahsediyor. Deniz, güneş, uzaklardan gelen bir telefon mevzuundan ibaret bu aralar. Ben de kendi kendime, kendimi dertop edip, aşkla meşkle devam ediyorum İstanbul’un bir köşeciğinde karınca gibi çalışmaya.

Bahçede güller açtı, mayısın en güzel zamanlarında bahçeye çıkıp bir ayak uzatamadım şu vakte kadar. Güller dallarını aşağı çekecek kadar delice, çılgınca açtılar, pencereden gelip geçerken gördüğüm kadarı ile bahçe rengârenk…

Hâlbuki ne kadar avare zaman çekiyor gönlüm nedense, ne kadar çok uyku. Neden bu kadar mahmur, neden bu kadar mızmız ve uyuşuğum bilmiyorum. Sanırım kafam o kadar dolu ki kafamdan taşıp akanlar bir yazı etmiyor. İçimden taşanları oturup toplayacak, demetleyecek, yazacak halim kalmıyor. Bırakıyorum kendi hallerine taşıp taşıp gidiyorlar.

Sıcak gecelerinde geziyorum sokakların bazen, bazen bir köşede oturup dolup taşan Beyoğlu’nu izliyorum, ama aslında yazarken fark ediyorum ki izlediğim her şeyin detayını, kıvrımını ezberlemişim ondan artık onlara sadece bakıyorum, kafamdaki resimlerine bakıyorum sadece. Senelerdir gittiğim bir bahçede otururken seneler önce ettiğimiz muhabbetlerdeki bir yere bakıyorum, sanki gittiğimiz bahçeler hiç değişmemiş. Sanki ben çok değişmişim, artık başka biriymişim gibi hissediyorum. Geçmişte geziniyor gibi geziniyorum Beyoğlu’nda ve artık daha önce gördüğüm hiçbir yer bana gezilesi gelmiyor. İçimdeki gezintilerden gayrı diğer gezintileri çekmiyor canım, istiap haddini doldurmuşum, taşmalı, taşmalı, taşmalı diyorum.

İçimde bulantılar, içimde kıpırtılar, içimde dualar, içimde aşk, içimde çok şey var.

6 yorum:

Bir Derin Masalı dedi ki...

Evet Margot cuğum insan büyüdükçe geçmişte geziniyormuş gibi hissediyor kendini... herşey aynı, ruhun çok görmüş geçirmiş, artık değişik şeyler istiyormuşsun gibi... Ben de böyle hissediyorum. Bu biraz da yaşımıza göre daha olgun olmaktan kaynaklanıyor. Hava da tam elverişli zaten... Üstelik bu havalarda gitme isteği daha ağır basar insanın, gidememek daha da ağır... Şİmdi bir deniz kenarında olsam, naneli salatalar yesem, rakı, şarap, balık, yeşil, mavi v.s v.s vs. böyle uzarda uzar özlem... Liste iyice kabarır gidemedikçe...O yüzden taşanları bırak taşsın, sakın bastırma... Öpüyorum seni...kendine ve aşkına iyi bak :)

Timur dedi ki...

yazacak halin yokken mi bunu yazdın ?
harikaydı , hele Beyoğlu kısmı ...
yazacak halin olduğunda haber ver de kaçırmıyım Margot :)

Adsız dedi ki...

Bence sana ve çoğumuza olan bu "şey" yaşamanın artık daha fazla ağır gelmesiyle ilgili..Bu ölüme methiye olarak algılanmasın lütfen ama,yaşamak gerçekten hem fiili anlamda hem de onu taşımak anlamında git gide ağırlaşıyor omuzlarımızda.."Bu kadar mıydı yani diyorum,bu kadar mı etkisiz elemanım şu hayatta ,hatta kendi hayatımda"diye düşünüyorum çoğu zaman..

Oya Kayacan dedi ki...

İki yaşında olundu demek, büyündü, serpilindi, kocamanlaşıldı. Adam olacak çocuk zaten bokundan belliydi. Yürü yaaa kulum, kim tutar seni?

Sibel dedi ki...

Ahhh Margot ah!

Adsız dedi ki...

Sevgili Margot,
Ne de güzel yazmışsın. Söyleyecek söz bulamadım. Yüzümde oluşturduğun gülümsemenin yanında üç cümlecik çıkabildi bak. :))
Sevgiler...
Ada