Cuma, Aralık 08, 2006

Kasım'ın son günü

30 Kasım.

Kışın kapıya dayanmasının stresi midir, nedir bu üzerimdeki derken Kasım’ın günü geldi çattı. Kasım’ın son günüyüm ben dedi, kaşlarını çatarak. Ben de şaşırdım, geldi çattı meğer bu demekmiş diye düşündüm. Eee dedim kekeleyerek nasılsın? Ne olsun dedi, çok şükür. Papa yolları kapamış diyorlar ama benimle pek işi yok, rahat geldim. Sen ne yaptın? Ben de valla dedim bu ay sen gelene kadar biraz zorlandım, ama yine de idare ettim. Hadi be! Dedi. Valla bak! Dedim. Gelsene bir çay yapıyım sana? Geleyim dedi. Son gün olmanın verdiği bir ağırlık var onu da nasıl atarım bilmiyorum. Geç, geç dedim. Ayaklarını çıkarma. İyi bari dedi, yumuşak başlılıkla. Gün yeni ağarıyordu.

Bu Kasım’ın son günü gayet ağırbaşlı, külhanbeyinden bir şey. Zaten gelir gelmez sen etraf bir soğu, bir rüzgâr es! İnsan ister istemez önünü ilikliyor. Ben de ne yapacağımı şaşırdım, günlerin assolisti falan gibi bir cıvıklık yapamayacak kadar uykulu olmam ilk defa işe yarıyor. Kusura bakma dedim, bu saatlerde uyanmaya pek alışık değilim. Ben dedi insan seviyorum. Her sene geldiğimde biri beni karşılasın isterim. Genelde bu saatte uyanık olmaz kimse, ondan kusura falan bakmadım, merak etme. Demek ki dedim, bu sefer Kasım’ın son gününü karşılama görevini bana verdiler. Çok da afili bir şey aslında. Tam gözümü perdenin püskülüne dikmiş, bunu düşünüyordum ki, sen neden sıkıldın, hayırdır demesiyle irkildim. Valla pek de öyle bir nedeni yok dedim. Yazı yazıyorum ben. Yani yazmaya çalışıyorum. Son zamanlarda bir türlü istediğim tempoyu tutturamadım. Ondan belki de. Ne varmış canım bunda dedi, babacan bir şekilde güldü. Yerin dibine geçmekle geçmemek arasında kalakalmış bir ifadeyle baktım yüzüne. Düzelir, düzeliiiiiiir dedi, takma kafana sen bunları. Kasım’ın son gününün bana bu kadar ortadan ve bu kadar öylesine bir teselli göndermesine ama bunun da işe yaramasına şaşırdım bir an. Sonra kalkıp çayı demledim.

Aslında dedim, son birkaç gündür bir şeye daha canım sıkılıyor. Neymiş? Dedi. Babam dedim, konuşmuyoruz. Bir film çekecek kadar malzemem birikti, bir film çekecek kadar yürek tüketen bir ilişkimiz var. Babam ve Oğlum’da ağlayanlar benim çekeceğim versiyonunda ne hale gelirler inan bilmiyorum. Bir an sustuk ve soğuk bardaklar çay doldururken çatlayacak mı diye ikimiz de bardaklara baktık. Çatlamayınca bana çevirdi başını. Sen de dedi amma dramatikmişsin. Gerçi bu benim yüzümden de olabilir, nedense bu sene öyle bir kederli pelerinler içindeyim. Küs müsünüz peki dedi. Küsüz dedim. Aylardır konuşmuyoruz. Konuşmadığımız her gün sanki en ağır külçe gibi gelip oturuyor yüreğimize, altında kalıyoruz. Tek şeker mi dedim, iç çeker gibi. Tek dedi. Sıkılmakta haklısın buna. Neden küstünüz peki? Biz hiç iyi olamadık ki dedim, huzursuzca terliğimi topuğuma vuruyordum bir yandan. Hiç konuşamadık. Hep bir soğukluk, hep bir gerginlik vardı aramızda. O korkulan, çekinilen baba figüründen bahsetmiyorum. Daha garip bir ilişki bizimkisi. Biz hep gücendik birbirimize. Hele ben, o bilmedi ama ben ona hep gücendim. Gücendikçe, kızdım, kızdıkça, kaçtım. Konuşmalarımız hep havalar soğudu, ne haber, iyiyim sen nasılsın gibi hiçbir manaya gelmeyecek şeylerdi genelde. İki günde bir cümle ederdik. Sonra bir gün o iki cümleyi de bitirdik. Öyle bir sessizlik oldu. Çok dürüst bir sessizlik belki ama o kadar saydam ve keskin ki içimi kesti. Ben artık hiç normal olamayacağımızı kabullendim. Sadece o iki günde bir cümle hallerimize dönelim istiyorum. Belki de bizim normalimizdi o.

Konuşmak beni üşütmüş gibi hırkama sarındım. O zaman dedi hiç Noel Baba günü olmadığım halde sana bir hediye vermek isterdim Margot. Gülümsedim. Hediyeleri kim sevmez? Bugün sana biraz cesaret vereceğim, aylardır konuşmamanın getirdiği tutukluğu kıracak, alttan almadan ama külhanlık da taslamadan edilecek o iki kelimeyle aranızdaki kilidi çözecek bir iki sözcük… İster misin? Birden Kasım’ın son gününün ellerine Orhan Gencebay’ınkilere minnetle sarılan bir hayranı gibi sarılmak istedim. Bana böyle bir hediye verir misin gerçekten? Ayağa kalktı ve kışlık paltosunun ağırlaşmış kolunu kaldırıp, koluma pat pat vurdu. Sen o işi olmuş bil dedi, kıvrık bir dudak hareketiyle.

O an ne diyeceğimi bilemesem de o akşam olmadan sanki hep oradaymışlar gibi buldum bahsettiği kelimeleri. Fazla uzatmadan, sanki pek de bir şey olmamış gibi kendi normalimize döndük. Herkesin kendi normalini özlediği gibi özlemiştik o hali ve yorgunluktan bitap düşmüş de yatağa kendimizi atar gibi bırakıverdik sıradan kelimelere kendimizi. Yeşilköy’de bir lokantada karşılıklı otururken babam yine mevsim salatası ile söğüş salatayı birbirine karıştırdı, ben garsona mevsim salatası getirmesini ve merak etmemesini söyledim. Her zaman olduğu gibi azıcık bozuldu. Gecenin sonuna kadar aylardır konuşmadığımız halde, neden yemeğe gittiğimizi merak etti durdu, ama eve dönerken sanırım merak etmekten de yorulmuştu.

O gece ben de aylardan sonra sıkıntılı bir rüya görmeyeceğimi bilerek uyudum.

4 yorum:

postfiyaka dedi ki...

Kasım'ın son günü. Her insanda kasım ayının vermiş olduğu hüzün hatırlatmış olduğu acı tatlı anılar vardır sanırım. haytının aşkını bulmak, hayatının aşkını kaybetmek, onu özlemek deliler gibi özlemek hep kasım ayınamı denk gelir yoksa benmi öyle düşünüyorum? Yazının giriş bölümünde gülerken gelişme bölümünde düşen yüzüm sonuç bölümünde içimde bir rahatlama hissettim. Okullarda kompozisyon derslerinde hep öyle söylenmezmiydi zaten. teşekkür ediyorum çeşitli duygular yaşatan yazına ve tabiki buraya açmaya cesaret ettiğin yüreğine. önümüzdeki kasımın hiçbir hüzün ibaresi içermemesi dileklerimle. Kasımın son gunu seneye bana gelsin benimde cesarete ihtiyacım var.

Margot dedi ki...

Posfiyakalı kardeşim,
Kasım giderayak bana bir güzellik yaptı sağolsun. Onun dışında gayet çetin ceviz bir aydı. Neyse ki toparlayarak atlattık aile meselelerini. Herşey her ana denk gelebiliyor, her an değişiyoruz. Belki mevsim değişimleriyle ruh değişimlerini eşleştirmek hoşuma gittiği için öyle anlatıyorum ben. Senin de cesaretin bol olsun, yeni sene yeni kısmet değil mi ya? :)

skoer dedi ki...

İlerde büyüyünce bilmemne bakanı olursam eğer "küsmek" fiilini türk dilinden çıkarmak için gensoru vereceğim, kesin cevap vereceğim. Söz Margot, söz sana.

Margot dedi ki...

Sevgili Skoer,
Saolasın da, küsme fiilini çıkarsak, gücenme kalıcak, onu çıkarsak başka şey kalacak... Keşke bu hissi bu, durumu çıkarabilsek hayatlarımızdan. Toptan.