Çarşamba, Ağustos 02, 2006

Where'd ya get thoz eyez?

Minderim rahat ve çayım sıcak. Artık mektubuma başlayabilirim. Odam ferah, tüllerim rüzgârda kıpırdarken Louis Armstrong bir yandan şakıyor; Where'd you get thoz eyezz! Babyy! Where'd you got thoz eyezz! Sol ayağım yavaşça tempo tutuyor buna, öğleden sonra zamanlardayız. Ağaçlara bakıyorum penceremden, çalan melodiyle sanki onlar da tempo tutuyorlar; bir sağa bir sola yatarken ( Where'd you get thoz eyezz, cibucibucazz!)
Ağustos böceklerinin tempo tuttuğu zamanlarda; (bızz, bızz, bızz, cibucibucazz, where did you get thoz eyezzz!) Senelerden 2056’da, sıcak bir ağustos ayındayız.

Hala koyu mavi ya da mor mürekkep seviyorum, masam hala tahta olmalı. Eski kafam biraz daha aklıselim yükseliyor omuzlarımda ama onun dışında pek bir aynıyım. Hala yazıyla aşk yaşıyoruz, koyu kıvamlı. Onun bir hediyesi olsa gerek, tam elli sene öteden yazıyorum sana bunları. Minder, çaydemlik, tül ve havalar hatta şarkılar ve şarkıcılar hep aynı. Zamanlar biraz değişti pek tabii, ondandır ben de bugün bir deneme yapmaya karar verdim kendimce. Neşeli de bir günümdeyim ve neşeli bir şarkı eşliğinde yazıyorum sana bunları.

İnanmayacaksın belki ama evet 80 yaşına geldim. Ve bugün bu mektubu sana yazmaya karar verdim.

28 Ağustos 2056
Otuzlu yaşlarına doludizgin ilerleyen kendime mektubumdur;

Muhtemelen mektubumuzu şu kahrolası pembe karton dosyalardan birinin üzerinde okuyorsun. Ofiste tenine klimalar, kulağına metalik sesler üflemekte. Ne olur yapmayasın. Bu satırları okuyorsan eğer şimdi bahçeye git ve buradaki rüzgârın bir akrabasının estiği o bahçede oku bu mektubu. Çünkü gözlerimi kapadığımda hala senin o zamanlardaki halini hayal edebiliyorum tatlım. Şu tatsız kahvelerden biri var tam solunda, saçların yine sıkı bir topuz, masanın sağ tarafında bir kutu vitamin, oturmaktasın. Soluk bir suratla bakıyorsun akvaryumundan dünyaya. Ah zavallı minik balık! Korkmayasın... Kendi ihtiyarlığına güven, zamanla kıyıya vuran bir balık olacaksın. Ve işin komiği öldüm sanacaksın. Ama sonra ayakların çıkacak, sen ayaklandın mı iş bitecek zaten. Neyse ben işin sürprizini kaçırmayayım. Buralardan havadislere geçeyim zira benim nasıl biri olduğumu merak ettiğinden eminim. Her zaman kim olduğunu merak ettin…

Şöyle diyeyim kısaca, senin bildiklerini ben ezberledim, şimdi şüphe ettiklerinden ben artık eminim, şimdiki korkularının hepsini yendim ve sadece cesaret edemediklerin içimde kaldı ufaklık, bunu bilir bunu söylerim. Geçen elli senede bir sürü şey öğrendim ve tatlım eğer sabahtan akşama kadar o beyaz cama bakıp faturaları girmeye devam etseydim hiçbir şey öğrenemezdim. O yüzden işte, şüphe ettiklerinden eminim. Öğrenmek zaten bu demek şekerim.

80 yaşındayım, maşallah ağrıların dışında ( ve evet anneanne lades kemiği bile ağrıyor) sağlıklı sayılırım. Kendime porselen bebek muamelesi yapmanın dışında iyiceyim. Bahçe işleri yapmamı önerdiler. Bahçe işlerine itirazım yok, ben de kalktım bir sürü soğan ektim yine, onlar da pek arsız bir şeyler çıktılar. Suladıkça fışkırdılar. İki tane de köpeğim var. Biri sürekli uyuyor, diğeri sürekli onu dürtüyor. Edilik büdülük müessesesi canım, senelere meydan okuyor.

Geçenlerde Orient Express ile seyahate çıktık ( Biz çıktık evet, iki yakışıklı kavalyem vardı biri kocam biri torunum) Garsonlar da pek yakışıklıydı bizimki duymasın. Akşamları gece kıyafetleri içinde dans ettik. Senin torun olacak kerata sırıtarak izledi, birbirimize göz kırptık.
Sabah olduğunda yeşil tarlalar arasından geçtik. Oğlum diyorum kafanı kaldır da şu güzelliklere bak, bir an bakar gibi yapıyor sonra tekrar çizgi romanına dalıyor sahtekâr. Sana çekmiş. ( Bana yani) Tren bazen sabah bazen de öğleden sonraları şehirlere giriyordu. Bir defasında biz de meydandaki postaneden bizim keratanın anne babasına kart attık. Kart mı kaldı Margocuğum diye dalga geçiyor seninki. Ben de kartlar hep kalır yavrum dedim, kağıtlara yazılan mektuplar, üzerine pul yapıştırıp postalanan kartlar hep kalır, sadece nerede kaldıkları konusunda garanti veremem. Dik dik baktı suratıma. Ben de ona dik dik baktım ve dondurma alıcam sana dedim. Güldük. Bak hangi tarihte olursa olsun geçer akçe bu dondurma işi. Seninki bacaklarını oturduğu sandalyeden sallandırarak dondurmasına yumuldu. Ben de polisiye romanımın bir iki sayfasını daha yazdım. İnce bir kitap oluyor ama bence pek kallavi bir şey. Bir kere kahramanlarım delifişek, öyle laflar ediyorlar ki ben bile şaşıyorum. 80 yaşında iyice yırtıklaştım, onlara neler dedirtiyorum, inanamazsın. ( şimdilik)

Tren macerası her detayını burada yazamasam da harikuladeydi. İstanbul’a yorgun ama epeyce mutlu döndük. Ertesi sabah deniz kenarında oturup bütün gazeteleri okuduk. Bir tane martı var, bizim tanıdık, o geldi. Hoşbeş ettik. Bir iki şaka yaptım kendisine, bu sefer gülmedi ukala! Yok, neymiş seksen yaşına gelmişim açık saçık şakalar yapıyormuşum. Ulan martı dedim sen ne zamandan beri ahlak zabıtası oldun, buna pek güldü bet sesiyle. Karşı yakadan bir iki entrikalı hikâye anlattı, bir paket sigara verdim gitti.

Bizimkilerin hepsi yaşlandı diyeyim de rahatla. Sabahları senin ikizi arıyorum, ne haber arızalı parça diyorum. Keh keh gülüyor. Böyle bir geniş parça hallerdeyiz anlayacağın. Bazılarıyla mektuplaşıyorum, bazıları çaya geliyor. Bazen de akşam yemeğe çağırıyorum tayfaları. Ama ne pişirsem bir kulp bulmaya başladılar, yaşlandıkça herkesin çenesine vurdu, bir sinameki ordusu ile yaşıyorum! Takma dişleri ile sürekli bıdı bıdı edip duruyorlar. Lapacı ihtiyarlar.

İşte havadisler böyle, pek fena sayılmaz değil mi durumlar? İçin ferah olsun. ( Şu sıralar omuz atıp geçtiğini tahmin ettiğim Satürn’e de selam ederim) Sen aklına eseni yapmaya devam et, esintiyi duymanın tadını çıkar. Mektubu alınca çayı koy, camı aç. İyi zamanlar olacak, arada da daha az iyi zamanlar… Bazen canın sıkılabilir, bu mektup o zamanlar açıp okuman içindir. Kendi kendime zamanlar arası bir tesellidir, sohbettir.

İşte ben, bu vesile ile kendime selam eder, onu, her şeyin iyi olacağına dair kendine has güvenini, kibrini ve muhteşemliğini alnından öperim.

Margot

8 yorum:

Margot dedi ki...

Witness?
Seni ortadoğu ve balkanların en hızlı yorum yazan komşusu ilan ediyorum!
Sağolasın güzel sözlerin için, beğendiğine çok sevindim.
( Yeni sayfaya geleceğim yarın sabah kahvesine!)

Adsız dedi ki...

Selam Başakçım
Ben de yine döndüm evime :) özlemişim pc'mi.okudum seni ,çok güzel yazmışssın,kendimi hayal edeyim dedim de pek bir güldüm ,ruh 28 'de kalmış, yaş 80 'lerde :)) ruh diyor ki haydi git git ,zıpla , beden diyor ki yok kal git ıhlamur çayı iç :)))
hep böyle genç ruhlu kalmamız dileğiyle ...

sevgiler

celerone dedi ki...

Margot.

Ne diyebilirim? Sabah sabah içimi ferahlattın.

Sevgiler,

Adsız dedi ki...

Bu da cok guzel ama ben seni 80 yasindaligina bakmadan islikla sarkilar calarak bisikletinin tepesinde etrafi turlayan,bir sahil kasabasina hem siginmis hem dar gelmis bir kadini hayal etmistim.

ne yazdı ne yazamadı dedi ki...

margotto cuk aşmışsın şeker başka bir şey diyemiyorum, çokk çok güzel olmuş, ukalalığımı mazur gorürsen "olmuş" diyicem. o ferahlığı ben de hissettim. cesaret ve korku konusunda soylediklerine de alkış tuttum. enfes.

Margot dedi ki...

İrem'cim Hoşgeldin,
Haberler sende artık bekliyorum süprizlerini :)
Celerone,
Yazı kendini ferah yazdı, iyi de oldu :)
Bilmemkinedesem,
Saolasın, sevindim böyle olmasına :)
Handecim,
Bir sahil kasabası var içimde zaten benim, ben sayfiye bir insanım ;)
Ne yazdı ne yazamadı,
İhtiyar halim benden daha iyi bir yazar sanırım :) Çok sağol güzel sözlerin için.

Adsız dedi ki...

Hava çok sıcaktır ama bunaltıcı sıcak-tıpkı son günlerde olduğu gibi. Aksi gibi dışarıda işin vardır öğle sıcağında... İşini halledip eve dönersin...Vücutun terden sırılsıklam, beynin zonkluyor sıcaktan...Buzdolabını açar, buz gibi bir soğuk su içer ve ayaklarını uzatıp uzanıverirsin koltuğa...Tanrım bu ne müthiş bir rahatlamadır...
İşte yazını okuyunca aynen böyle hissettim...
Çok öperim canım arkadaşım...

Adsız dedi ki...

Adımı yazmayı unutmuşum...
:)
Petek ben...