Salı, Ocak 24, 2006

Margot'nun İtalya Macerası-Vol 2

İstanbul’da kar yağışı aralıklarla devam ediyor. Trafiğe çıkmak için herhangi bir sebebim olmadığından kendisinin yağışını büyük bir zevk ve huşu içerisinde izlemekteyim. Soğuk havalar bu sefer biraz uzun süreceğe benzer, hazır etraf buzdan pamuklara sarılmışken, fırsat bu fırsat İtalya notlarını bitirelim, kenara koyalım derim.

Nerede kalmıştık?

Evet, son karede hain kader Margot’u sevdiceğinden ayırıyor, hüzünlere gark ediyordu.

Kaldığımız yerden devam o zaman;

Sabah çok erken saatlerde Floransa’ya boynumuz bükük el sallarken otobüsümüz çoktan yola koyulmuştu bile. İstikamet Roma’ydı ve kendisine çıkan yollardan biri de Siena’dan geçiyordu. Siena’cığı (ki eski şehri gördüğünüzde siz de bana hak verirsiniz) görür görmez seviverdik. Ah canım, canım oluverdik! Sienacık bir tepenin üzerine kurulmuş şirine bir yer. Masalsı görünümüyle sanırsınız ki burası bir film seti, köşeden bir pelerinli kızın elinde sepetiyle fırlayası, bir adamın peşinde fare sürüsüyle hoplaya sıçraya yanınızdan geçesi var. Sokaklar daracık, evler minicik, dükkânlar fıçıcık ölçülerinde rengârenk, bisikletler sepetli, yani gerçekten sevimli bir mekân. Hatta o kadar sevimli ki bir süre sonra ben burada çok eğreti kaldım, sabahları panjurları açınca saçlarımı aşağıya sallandırasım var diyebilirsiniz. Bu sokaklardan kendinizi aşağıya bıraktığınızda (çok basitmiş, ama biz sanırım masal çarpmışa döndüğümüzden kaybolduk) Campo Meydanı’na varıyorsunuz. Burası gördüğüm ilk anda hafızamın raflarına süper mekân olarak etiketleyip kaldırdığım bir başka sevilesi yer. Resimde gördüğünüz çeşmenin arkasından, sıralı masalardan en manzaralısına yerleştik. Bir adet Porcini mantarlı pizzayı, Siena’nın meşhur Chianti şarabıyla hüplettik. Ve o sırada güneş yüzümüze vurdu, hücrelerimizden akan ılık bir şeyler tatlı tatlı bünyemize sızdı. Biz buna kısaca mutlu olduk diyelim. En nihayetinde yüzümüzde çarpık bir gülümseme, Roma yollarına koyulduk.

Roma’ya vardığımızda anladık ki masal bitti, gerçek bir şehre geldik biz. Neden? Çünkü efendim, trafikte sıkışıp kaldık! Hay Allah, böyle de bir şey vardı sahi ya dedik ve biraz bozulduk. Sanki güzel bir rüyaya dalmışken biri bizi hoyratça dürtmüş ve kendimizi yine bir hengâme içinde bulmuştuk. Neyse, yıldızları noksan otelimiz istasyon bölgesindeydi ve biz yorgun argın kendisine doğru tekerlekli bavullarla sürükledik. Akşam çoktan olmuştu ve yemek yesek ne de güzel olurdu. İstasyonun içinden geçip, gelirken gördüğümüz Hong Kong isimli lokantaya girdik. Her şey çok ucuz olduğundan masada dirsek yeri bırakmayacak şekilde Çin yemeği ısmarladık. Ama ortam biraz sakattı ve benim yediğim her lokmacık boğazıma dizildi. İki de bir; Chukie’ciğim, arkadaki beyaz saçlı yaşlı Çinli kadınceğiz bana fena bakıyor deyip duruyorum. Neyse işte yaşlı Çinli kadınının beni korkutması, yemeklerde sos olarak lokantada ketçap (!) sunulması dışında, karnımızı bir şekilde doyurduk ve haydi dedik Roma sokakları fazla beklemesin. İlk geceden turistik banko mekânları tükettik sayılır. Bkz: İspanyol merdivenleri, Trevi çeşmesi, Medici’lerin evi, muhtelif bol heykelli meydanlar. Paramızı attık, aman neyse gelir gelmez en önemli şey, artık bir mekâna gidelim de şöyle bir oturalım, sosyal hayat görelim canım dedik. Meğer biz saf insanlarmışız. Sosyal hayat meğer saat dokuz itibarı ile geceliklerini giyer ve nanik yaparmış! E burası İstanbul? Değilmiş işte. Bacaklarımıza kara sular hücum ederken, bir el ayak oynayan mekân da görülmez mi? Diye bir hayli söylendik. Sonunda joker hakkımızı bu akşam kullanalım dedik ve Hard Rock kahvehanesine gittik. Orda neyse bir iki insan yüzü gördük. Genelde insanların gece hayatı olmaması beni çok şaşırttı, sürpriz yaptı. Ama onun dışında Roma güzel şehir. Hep derdim ki İstanbul olmasa Roma’da yaşarım. ( daha önce bir kere yine görmüş, gördüğüm kadarıyla sevmiş bulunduğumdan) Ama şimdi diyorum ki yok canım kardeşim ben seni tanımaya başladıkça gördüm ki biz anlaşamayız. Öyle fazla yüz göz olmaya gerek yok. Arada bir selam sabah, paramızı atarız efendi gibi, o kadar. Yani taşınma olayı uzak bize. Hem artık ben başkasını seviyorum.

Lafı uzatmayayım, Roma zaten popüler bir isim. Flaş mekân. Aman da işte Collezium’da ne insancıklar telef olmuş, caddelerinde ne filmler çekilmiş, adına Da Vinci kodları yazılmış, yani dillere destan nitekim. Ben yine de kendisinin yaldızına pek pas veremiyorum bu gezimde. Yani saygı duyuyorum ama çarpılmıyorum. Mesafeliyim kendisiyle. Bende öyle bir his yarattı işte, bilmiyorum.

İkinci günümüzde de Vatikan’ı gezdik ve Roma’dan öğle saatlerinde ayrıldık. Nihai istikametimiz Venedik ama yolda uğranacak başka yerler de var. İlki San Gimignano. Kuleler diyarı. Kendisi de Siena’dan aşağı kalmayacak güzellikte. Toskana güzelleri sıralamasında ilk beşe rahat girecek bir mekan. Burada da aynı sevimli evler, güzel fakat daha mütevazi bir meydancık, kiliseler ve kuleler, kuleler var. Resimlerimizi çektikten sonra ver elini Modena.

Modena’ya vardığımızda artık soğuk geceye iyiden iyiye çökmüş. Otelimize yerleştikten sonra şehre inip, biraz geziniyoruz. Burası Roma’ya rahmet okutacak şekilde ıssız. Sokaklarda bir iki insan görünce seviniyoruz. O gece dayanılmaz bir soğuk var ve artık her kilise birbirine, her heykel bir öncekine benziyor. Chukie’ye bak kardeşim sağdaki kilise ne enteresan şeklinde takılıyorum, sağına kafasını döndürme zahmetine katlanmadan gülümsüyor ve hadi canım sende bakışı atıyor bana. Balsamik sirkenin anavatanında olduğumuzdan orda bizi karşılayan arkadaşımız bizi bir restorana götürüyor. Ben Balsamik sirke soslu bir et istiyorum, Chuk tavuk yiyor. Modena’nın güzel insanları yemek yapmayı biliyorlar. Fakat karşımızda çiğ yenen domuzları gördükçe biz Türkler bir fena oluyoruz. Dondurucu soğuğa kafa tutup dışarıda birer sigara içiyoruz mide bulantımıza iyi gelsin diye. Bu arada İtalya’da hiçbir kapalı mekânda sigara içilmiyor. Temiz temiz oturuyorsunuz, bence çok güzel bir uygulama.

Modena’yı biraz arada kaynatmış olduğumuzu bilsek de kaçırdığımız fazla bir şey olmadığına kanaat getirip Venedik’e doğru yola çıkıyoruz. Yolumuz fazla uzun değil. Birkaç saat sonra Venedik’teyiz. Şehrin biraz dışındaki otelimize yerleşip, bize verilen tarifle gezmeye çıkıyoruz. Önce otobüse, ondan inip vapurettoya ( deniz dolmuşu gibi bir şey) biniyor ve nihayet dillere destan Venedik’e kavuşuyoruz. Dedikleri kadar var. Romantik, güzel ama her şeye rağmen sakin ve mütevazı. Alışveriş damarı tutmuş Türkler her yerdeler. Onları kırmızı beyaz Bata torbalarından tanıyabilirsiniz. Sokaklar gezimiz bayrama rastladığından tanıdık cümlelerle çınlıyor. Gondolları özel ve romantik bir gezi için tutmak oldukça pahalıya geldiğinden gondolda da dolmuş sistemi uygulanıyor. Biraz daha genişçe olan gondollara üç çift olarak biniyor ve gerçekten keyifli bir tur atabiliyorsunuz. Yok, ben gondolumda sevgilimle baş başa olayım diye ısrar edenler sanırım 100–150 Euro arası bir ücretle bu hayallerine kavuşabilirler. Son olarak sevgili gurme canlara sesleniyorum, Venedik pazarını gezmeyi aman ihmal etmeyin. Benim yaptığım gibi sepetinize kurumuş mantarlar, risotto pirinçleri, güzel baharatlar, leziz peynirler, şekerlemeler atın. Zira herkes dükkân gezerken ben pazar geziyordum çok da memnun kaldım.

Son gün rüya kenti de ardımızda bırakıp Verona’ya geldiğimizde omuzlara bir hüzün çökmüştü bile. Uçağımızın saati ertelendiğinden Verona’da gezinme fırsatı bulduk. Ama bu bir iki saatlik gezintide bile kahkahalarımız içimize kaçtı sanki. Parkta oturup birer sigara içtik. Of be dedik efkârlı efkârlı. Sen de bitecek gezi miydin? Hayır, rakı olsa çantada çıkarıp içeceğiz o derece… Floransa beni bekler, di mi Chukie? Dedim. Bekler, bekler dedi. İtalya’nın tombul güvercinlerini seyre dalıp, bir süre öylece oturduk...

9 yorum:

Mr_TD dedi ki...

anlasilan birilerinin bayram tatili oldukca güzel gecmis :-)
Senin pazar gezmeni cok iyi anliyorum ben ve MOH da gittigimiz yerlerde mutlaka pazarlara ve de marketlere gitmeye bayiliriz,her ülkede ayri seyler oluyor,fiyatlari zaten turistik dükkan fiyatlarinin yarisi diyelim.
Ben Venedik e ilk gittigimde hayal kirikligina ugramistim biraz,günübirlik idi,trenle 4,5 saat sürüyordu galiba Avusturya nin güneyinden,sabah 3 trenine binip,7,5 gibi ordaydik, aksamda 19 treni ile Klagenfurt a dönmüstük.Filmlerden hep daha büyük, daha ihtisamli aklimda kalmisti Venedig.Kafamdaki film imajindan cikip gercek Venedigi görmem biraz zaman almisti ama gercekten güzel bir sehir,bir de su baskinlari olmasa...

Adsız dedi ki...

I don't understand your language, but I do recognize those places! I run a blog about Palio, the horse race in Siena. You may want to have a look and, if you like it, please feel free to link to me through any word in this article or wherever you like.
Ciao!
Elitre,
http://ilpaliodisiena.splinder.com

uykusuzadam dedi ki...

Çok pis nazarım değecek ama nasıl değecek, ne zaman değecek orasını bilmem valla komşucum ;-)
en azından nazarlarımı kapatıp bir gülümseme yapabilirim senin hatırına |-) şeklinde..

Margot dedi ki...

TD,
Bir de yazın kokuyomuş galiba, ama biz gittiğimizde soğuktu hiç kokmuyodu. Pazarı çok güzel, ben pazarları oldum olası severim zaten.
Ciao Elitre,
We had been travelling around in Italy in the last couple of weeks. And we really had great time. Siena was also beautiful.
Unfortunately I dont speak İtalian, so I couldnt understand your posts. Is there any English translation?
Thanks for writing to me !
Uykusuzcum,
Senin nazarın değmez merak etmeyesin :)
Alya-m,
İstediğin zaman kafamı şişirebilirsin :) Yardımcı olabilirsem sevinirim ne demek?

Mr_TD dedi ki...

Bu sayfayi bir dene istersen,cok iyi bir tercüme degil ama,sanirim ne hakkinda oldugu anlasiliyor en azindan (italyanca-Ingilice):

http://babelfish.altavista.com/babelfish/trurl_pagecontent?lp=it_en&trurl=http%3a%2f%2fwww.ilpaliodisiena.splinder.com%2f

Adsız dedi ki...

italyanlara kizarak gittin (visa yazini hatirladim) ulkelerine asik olarak geri geldin demekki Margot.

Ben cok ulke gordum ama her zaman diyecegim 'bir baskadir benim memleketim' =)

Margot dedi ki...

T.D,
Grazie Molto;)
Cem,
Ben çok ülke görmedim. Memleketimi çok ülke görmesem de çok severim :)Belki kısmet olur da görürsem daha da çok severim, kendimce. İtalyan Konsolosluğuna çok kızgınım ve Floransa'ya da aşığım.

Adsız dedi ki...

Margot umarim cok ulke gordum ve ulkemin yerini baska bir ulkenin tutmayacagi sozlerimi ukalaca bulmadin. Onlari belirtmemin nedeni benim kisisel dusuncem olan o kadar ulke arasinda hala ulkemin yerini tutacak bir ulke gorememem.

Hele birde baska bir ulkede yasamaya baslayinca ulke sevgisi insanda daha cok buyuyor.

Neyse umarim sende sirf Italya ile kalmaz ulke gezilerin, vaktin, paran ve zamanin el verdikce git gor derim ben cunku bu dunyada gorulmeye deger cok yer var.

Italyanin tuscany bolgesini en cok hayran kalmisin sanirim, birde oraya bagli bir adasi vardir unlu 'elba adasi' orasida guzeldir.

Sonra birde 5 ufak koyun olusturdugu bolge vardir 'cinque terre' dedikleri, benim eski kiz arkadasim italyandi ve ordaki koylerden olan 'corniglia' dendi ailesi. Beni oraya goturmustu ve gercekten insani dinlendiren bi yer deniz kenarinda, eger dogada yurumeyi ve tirmanmayi seviyorsan tren'e binmeden yuruyerek bir koyden diyerine gecebiliyorsun.

Senin Floransaya asik kalmanin nedeni sanirim en cok o sehirde ronasans devrini bugunlerde bile yasiyabiliyorsun cunku cok guzel korumuslar tarihi binalari ve eserleri.

Milan'a gitmediysen bir daha gidisindede oraya gitmeni ve ordaki Leonardo da Vinci'nin 'the last supper' tablosunu gormenini oneririm.

Son tavsiyemde bir dahaki gidisinde turla deyil ama kendi imkanlarinla yaninada birisini alarak, orda araba kiralayip ya kendin ulkeyi kesfet( italya o kadar buyuk bir ulke deyil cunku), yada tren yoluyla sehirleri dolas, italyan bir arkadasta bulursan sana cok iyi rehber olabilir benim eski kiz arkadasimin oldugu gibi.

Adsız dedi ki...

Hi Margot, I guess you can use Babelfish or any online translator for that :-) However, the important pages are about pics and videos so there's no need to understand the language, and you can always contact me for help.Bye :-)