Pazartesi, Kasım 07, 2005

Ahududu likörü eşliğinde eski aile saadetleri...

Öncelikle geçmiş bayramınızı kutlar, hala bitiremediğim çikolatalarımdan ve ahududu likörümden ikram ederim. Bizim üst komşu Havva teyzenin karamela sepetini aşağı sarkıtıp aynı hızla geri çekmesi gibi bayramın da bir başını bir sonunu hatırlıyorum. Ben aile saadeti içinde balık olmuş yüzerken, en çok son günden keyif aldım.

Havanın yüzü zaten asıktı da sanki dün sabah daha bir keyifsizdi. Biz dedik, çekirdek ailecek bu sefer Yıldız Parkı’na gideceğiz. Kararlıyız! Kara bulutların bizi ıslatmasını göze aldık çıktık yola. Yıldız Parkı tahmin edileceği üzere ıslak ve tenhaydı. Köşklere gelmeden sağda bir kır kahvesi takıldı gözümüze, ıslak, tahta sandalyelere birer minder atıp, sarı ve tonlarına doğru oturduk. Salep içelim dedik. Salep getirdiler, bol tarçınlı, hava bir durdu bir yağdı, pek yüz vermedik. Sonra babama dedim ki biz annemle biraz yürüyelim, tamam siz gidin gelin dedi o da, sevmez öyle avare havaları. Biz Çadır Köşkü tabelasına doğru yolu tutturup mavi şemsiyeyi siper ettik. Bir süre sonra ördekli göle ve kenarındaki köşke vasıl olduk. Yanında da açık havalarda oturmanın pek bir keyif olacağını yağmurun bile saklayamadığı bir bahçe var. Kahvaltılar için Malta Köşkü ya da Çadır Köşkü bence isabetli olur. Malta’yı bilmiyorum ama Çadır Köşkü’nde açık büfe kahvaltı 22 ytl ve sadece pazarları açık.

Oradan Ortaköy’e indik. Babam Haşmet Babaoğlu’na özendi, tutturdu gümüş yüzük alacağım diye. Biz de bıyık altından güldük ama pek renk vermedik. Ben gittim şu köprüye sırtını dayayıp dünyanın en güzel pozlarından birini veren camisini seyretmeye. Islak banklardan birine atkımı yaydım, oturdum kaldım. Yanımda bol tüylü ıslak bir kedicik ha uyudu ha uyandı. Uyanıp gerindi, yanına yaşlı bir amca geldi, uyandın mı kızım Fatoş? Dedi. Fatoş da kafasını uzattı , kafasına pıt pıt vurdu yaşlı amca, bugün sana yemek yok, yarın var dedi. Fatoş da iyi napalım, bundan iyisi can sağlığı dedi sanki, uyumaya kaldığı yerden devam etti. Babam orta parmağındaki siyah yüzüklü elini bize sallarken, gülüşmeler bıyık üstüne çoktan çıkmıştı.

Bir yerden çok fena balık kokuyor, keşfetmeli dedik. Ara sokaklarda balık avına çıktık. En sonunda Bekri ile karşılaştık. Bekri eli yüzü düzgün, gösterişsiz ama güzel bir yer. İki çeşit balık var, çipura ve levrek. Biz ızgara levrek yedik, güzeldi. Yalnız şaraplar pahalı, en iyisi sürahide açık şarap içmek. Ya da rakı varken sen ne diyorsun diyenler, sapmadan devam etsin.

Kahvelerinizi ister deniz kıyısında, ister hemen sağ koldaki Hause Cafe’de pazar gazeteleri eşliğinde için. Ortaköy ne zaman gidilirse gidilsin, hava nasıl olursa olsun, ister aile saadetinizi, ister kolunuzda sevdiceğinizi götürün siz köşeyi döner dönmez, o güzelim pozunu takınmış yine sizi bekliyor olur.

Televizyon jargonuyla ‘havalar ısınır ısınmaz vatandaş soluğu parklarda, bahçelerde ve deniz kıyısında aldı’ dense de havalar soğuduğunda da soluğu parklarda, bahçelerde ve deniz kıyılarında almak yine mümkün. Sadece bu sefer tezgahlarda yün bere ve atkılar, banklarda ıslak kediler, ve kahvelerde salepler oluyor o kadar...

Kışa inat açık hava gezimizi bitirip eve geldik, annemle çayları koyduk, babam içeri geçip eski zamanlarda olduğu gibi Beşiktaş maçını dinlemek üzere radyoyu açtı. Radyonun cızırtılarına ve spikerin sesine dalıp giderken o, ben dertleşme bohçasını açtım annemle aramıza koydum.

Çayları alıp bohçanın başına oturduk. Anne dedim, bugün o kahvede otururken, oranın mutfağında çalıştığımı, daha çok okuyup daha çok yazdığımı düşledim. O kestaneli, kahveli muhteşem şey var ya o kek demeye kıyamadığım şeyin tarifini öğrendiğimi, sonra tariflerin arifi olduğumu, kelimelerin aşkıma artık iyiden iyiye karşılık verdiğini ve benim kelimelerden ibaret tarifimin sevildiğini,bilindiğini hayal ettim. Ah bir dalıp gitseydim o tariflere,ariflerden değil ama kendi tarifi olanlardan olsaydım artık. Annem bohçaya bakarak gülümsedi. Sen gün gelecek hepsi olacaksın dedi. Ama dedim-dudak bükerek-ben hala her şeyi bırakıp, beş kuruşsuz onların peşinden gitmeye korkuyorum,nasıl olacak bu iş? Gülümsedi annem, hazır değilsin de ondan dedi. Hazır olduğun zaman gideceksin zaten, sabretmelisin. İçime dökülen serin sularla ferahladım, bu kadar basit ama bu kadar güzeldi işte. Annem iyi ki vardı, onun ada sularında hava hep ılık, eteklerinin kıyılarında rüzgar hep tatlıydı. Ama en güzeli; Annemin tarifleri hiç yanılmazdı!

7 yorum:

Adsız dedi ki...

ne guzel yaziyorsun.

hera dedi ki...

ben de meraklarda kaldıydım bu margot italyan semalarına uzanabildi de dönemeyenlerden mi oldu diye... gidememende bir hayir varmis bak, yildiz parki sensiz kalacakmis az daha

mono dedi ki...

ne güzel annen varmış senin öyle, insanın kıvrılıp kucağına yatası gelir :)

Margot dedi ki...

Sevgili Thg,
Teveccühünüz :)
Sevgili Hera'cım,
E ben buralardaydım işte, moralim bozuk,cereyan kesik oturuyordum :) Kaderde Yıldız Parkı'nda aile terapisi de varmış!
Sevgili Pınarcım,
Öyledir o, annem güzel ben çirkin!

petite poisson: Bu yazı Küçük Kurbağa kardeşimiz ile konuşurken aklıma gelmiştir, kendisine burdan geçmiş olsun dileklerimi kurdeleler,acil şifalar dilerim!

nirem dedi ki...

sevgili margot,
öyle sihirli cümleler vardır..derman oluverir aniden serinletir ferahlatır.. ne mutlu sana

ne yazdı ne yazamadı dedi ki...

ne kadar bilge bir annen varmış...aslında şaşırmadım...boyle yazan birinin annesi ancak boyle olur...

sevgicikler

Margot dedi ki...

Sevgili Nirem,
Haklısın bu kesinlikle sihirli bir cümleydi!
Sevgili Ne Yazar Ne Yazamadı, Sevgili Aslı,
Sizlere de çok teşekkür ederim, hem seviniyorum hem utanıyorum, benden olsa olsa çok bilmiş olur :)