Çarşamba, Ağustos 17, 2005

Tatil anıları volume 2



Serik’e bağlı,Boğazak köyü şimdiki ismiyle Boğazkent için beş yıldızlı oteller gelmeden rahatlıkla görebileceğiniz en mütevazı (!) tatil yeri diyebilirdim. Ama geçen sene kardeşi Belek’e özenmeye başladı ve yakında sanırım bir metamorfoz geçirip bir köylü güzelinden sahnelerin gülüne dönüşecek ki, millet olarak alışık olmadığımız bir olay değildir...
Bizi seneler önce oradan başımızı sokacak ve bir evcik almaya ikna eden sebeplerden biri sanırım konumuydu. Aspendos’a, Belek’e çok yakın, Manavgat’a yakın, Antalya ve Alanya’nın ise tam ortasında olan bu sakin(!) köyümüzde kafa ve kurbağa seslerini dinliyor, canımız sosyal hayata dair bir şeyler çeker ise hemen yakındaki bu saydığım yerlerden birine uğruyorduk.

Ben ilk gördüğümden beri Aspendos’a aşığım. Kaç kere gezdiğimi hatırlamıyorum bile. Son yıllarda tatilime denk gelen konser,bale,opera vs olursa da kaçırmıyorum. Bu sene bir baktık Anadolu Ateşi gelmiş ziyarete.O da güzel.Yalnız şöyle bir sorun var ben bünyede Sultanlara, Anadolu’nun ateşlerine bir doymuşluk hissediyorum. Şöyle ki ; Efenim Mustafa Bey’i ve her gün ayakkabıları yırtılana kadar hoplayıp zıplayan bu arkadaşları sonuna kadar takdir etmeme rağmen, gerek güzellik yarışmaları olsun ,gerek Eurovison gösterileri olsun artık sayamadığım nice vesileyle Ex-Sultanları seyretmiş bulunuyorum. Onlar bir yana kendilerinin türevleri olan Ney ve diğer grupları da bilahare seyrettim. E takdir edersiniz ki artık bütün atraksiyonları biliyorum ve dolayısıyleee( Gülben hanımın da kulaklarını çınlattın aferim) içimde bir Anadolu Ateşi yakamıyorum! Neyse bizim elemanlar o kadar yerde gördük ama olsun fiyatı uygunsa Aspendos’un hatırına (bknz. ambiyansın Türkçe’deki taştan karşılığı) seyredebiliriz dediler. Biz de üzerinden bu kadar zaman geçti uygundur canım fiyatı dedik. Değilmiş. Maalesef biraz kabak tadı vermiş olduğunu düşündüğümüz bu gösteriden anında çark ettikten sonra ikinci adreslerimizden olan barajda alabalık muhabbetine doğru meyillendik.

Aspendos’u geçip yolunuza devam ederseniz tabelaları takip ederek çok yakınında nehir üzerindeki alabalık restoranlarını görebilirsiniz. Biz de akan nehir suyu üzerinde oturup, salata ve balıkları söyledik. Ama öncesinde şakşukasından,Ezine peynirine kadar gerçekten leziz ama haince küçük porsiyonlu mezeleri mideye indirdik. Rakıları tokuştururken durduk. Bir şey eksikti. Musiki... Uzaklardan gelen Arabesk bu güzelim sofranın hissine değil tercüman olmak lisanını bile konuşamadığından bu eksiklik iyiden iyiye fark ediliyordu,garsonumuzdan rica ettik Türk Sanat Müziği yok muydu acaba? Yoktu. O zaman bu arabeski biraz kıssınlardı ve cırcır böceklerini de kaçırmasınlardı. Hüzünlendik, bu sofranın müziği eksik kalmıştı ve biz deli gibi Müzeyyen Senar’ı aradık. O gece bilmiyorum kaç kere kulakları çınladı Müzeyyen Hanım’ın ama biz o sohbette hep onu ve şarkılarını andık.

Hiç yorum yok: